Küresel salgınla tanıştığımız günden bu yana bir taraftan sağlık sektörüne ilişkin onlarca kavram gündelik konuşmalarımızda yerini alırken, diğer taraftan da günlük yaşamımıza ilişkin eskiden beri kullandığımız ancak son zamanda “yeni yeni” anlamlar yüklediğimiz kavramlar girdi hayatımıza ve bunlara her gün bir yenisi ekleniyor. Daha uzun bir süre de bu durum böyle devam edecek gibi görünüyor.
Küresel salgın çoğumuzu sağlıkla ilgili kavramlara ve tartışmalara daha duyarlı hale getirdi. Daha önce aşina olmadığımız, belki de hiç duymadığımız pek çok kavramı tanımlarıyla, içerikleriyle birlikte öğrendik. Yani aslında sadece duyup geçemedik bu kavramları, o kadar çok duyduk ki öğrenmek zorunda kaldık. Korku ve kaygıyla beslenen algıda seçicilik bir nevi… Hayatta kalma savaşının sağlık okuryazarlığının artmasına etkisi de diyebiliriz… Umarım sadece sağlık ile ilgili kavram ve tartışmalara değil, konunun bizzat kendisine de duyarlılığımız artmıştır. Farkındalığımız gelip geçici değildir, süreç derin öğretici olmuştur ve sonuç verir.
Bir de madalyonun diğer yüzü var. Küresel salgın sadece sağlıkla ilgili kavramları ya da tartışmaları görünür kılmakla kalmadı, önceden beri kullanageldiğimiz kavramların şimdiki sürece uyumlaştırılmaya çalışılmış hallerini de çıkardı karşımıza. Başlarına “yeni” sözcüğü getirilince anlam değiştirdiğini umduğumuz kavramlar, durumlar, haller, yapılar, süreçler vs. Eklenen “yeni” sözcükleri eski algılarımızı tümden ve bir çırpıda değiştirebilecek mi hep birlikte göreceğiz. Ya da belki uzun bir süre aynı kavramları kullanacağız ama farklı şeyleri kastedip, farklı şeyler anlamaya devam edeceğiz. Küresel salgın sonrası her şey değişecek “beklentisi”, “endişesi”, “umudu” -artık kim nasıl görüyorsa- kendine özgü dili de yaratabilecek mi bakacağız.
Bugün “yeni normal” diyoruz. Çoğumuzun gönlü “yeni”den çok “normal”e meyil ediyor… Bildiğimiz, görmeyi arzu ettiğimiz o çünkü… Görece tedirgin, endişeli ve gerginken daha çok “tanıdık” olana tutunmak istiyoruz. Kademeli normalleşme adımlarının atıldığı bugünlerde o “yeni normal” ise her birimizin katkısıyla tanımlanacak gibi duruyor. Şimdi evde kaldığımız günlerde “kendimizi, çevremizi, doğayı, daha çok sevme konusunda verdiğimiz sözleri” tutmak üzere sahaya çıkma zamanı. Empatimiz ne kadar gelişmiş, kendimizi kontrol edebilmeyi ne kadar öğrenmişiz, kelebek etkisini ve “hepimiz birimiz, birimiz hepimiz” için söylemini ne kadar içselleştirmişiz hepsi ortaya dökülecek…
“Gerçekten hepimiz bir şekilde birbirimize bağlıymışız anladık” diyorduk, şimdi uygulama zamanı. Normalleşme sürecinin “evde kalma” sürecinden çok daha fazla otokontrol gerektirdiği aşikâr. Birbirimize daha fazla alan açmak, tahammüllü davranmak, daha saygılı olmak durumundayız… Kendimiz ve hepimiz için sistemi ayakta tutacak bir nevi “görünmez el” oluşturmak, çok değişkenli ortamda çoğu zaman birbirine zıt amaçları aynı anda gerçekleştirmek üzere kapasitemizi geliştirmek, zıtlıklar arasında denge kurmaya çalışmak, önceliklerimizin, yapmak istediklerimizin, hedeflerimizin, kaygılarımızın virüsün asla umurumda olmadığını bilerek, virüs için değil, virüse rağmen bir şeyler yapmanın yollarını bulmak, sürece ve yapılanlara samimiyetle inanmak, ikinci ve üçüncü dalgaların oluşumuna hep birlikte dayanışma ve işbirliği içinde engel olmak zorundayız.
Görünen o ki bu süreçte her şey “aynı” gibi olacak ama biz yine de yabancılık çekeceğiz… Her bildiğimiz şeyle yeniden tanışacağız. Maske ile yaşarken, fiziksel mesafemizi gözetirken belirsizlik, çekingenlik, kaygı, korku daha uzun süre yanı başımızda bize yakın mesafede gezmeye devam edecek. İç sesimizi daha çok dinleyeceğiz… Bir şeyi yapma ve yapmama arasında kalmaktan, yapmaktan geri durmaktan, ikna olmakta zorlanmaktan, başka şeylerle uğraşırken göz ucumuzla da olsa hala birincil ihtiyaçları kollamaktan, sürekli öncelikler listemizi güncelleştirmekten, kontrolü hayatımızın egemen unsuru haline getirmekten, hayatı durdurmamak adına daha çok çaba sarf etmekten yorgun düşeceğiz… Ama boş vermememiz, rehavete kapılmamamız, vazgeçmememiz gerektiğini hep akılda tutacağız… İstesek de istemesek de küresel salgın bizi birbirimize muhtaç kıldı, en azından akut süreçte “zorlanarak” da olsa gereğini yapacağız…
Bu arada unutmadan yukarıdaki tartışmalar bir yana bir de en çok da “güç”, “tehdit” ve “güvenlik” kavramları konusunda kafamızı karıştırdı küresel salgın değil mi? Bireysel düzeyde çoğumuz “gücü” fiziksel görünüş, meslek, refah ve bilgi düzeyi, vs. ile özdeş görürken, birden “güç” aslında kafamızdaki unsurlarını bir araya getirebilmek için çoğunlukla göz ardı ettiğimiz “güçlü bağışıklık sistemine sahip olmaya” geldi dayandı… Yine ülkeler açısından da durum çok farklı değil. Askeri güç, güçlü silahlar, coğrafya, ekonomik güç vs. derken sağlık sistemlerinin güçleri üzerinden sınandılar… Biz tehdidi nerelerde, nerelerde arıyorduk bugün öncelikli tehdit “kendine konak arayan gözle göremediğimiz bir virüs”. Küresel düzlemde tüm dengeleri bir çırpıda altüst etmeye yetti de çoktan arttı bile. İnanılacak gibi değil.
Gerçi Dünya Ekonomik Forumu’nun, uzman ve akademisyenlerin katkılarıyla, bin kadar karar vericinin yıllık “Küresel Risk Algısı Anketi” sonuçlarını değerlendirdiği Küresel Riskler Raporları nicedir iklim bağlantılı konulara yükselen tehditler olarak çokça yer vermeye başlamıştı, tehlike sezilmişti ama… Ekonomik ve jeopolitik koşullarda bozulma, jeopolitik gerginlikler vs. gibi yüksek politika konuları o kadar gündemimize hâkimdi ki yeterince bu konuda “ön alama”dık.
Yine çok boyutlu güvenlik kavramı ve boyutlar arasındaki hiyerarşi ve ilişkiyi tartışırken küresel salgınla birlikte bir anda biyolojik güvenlik gelip ilk sıraya oturdu. İş yapış biçimlerinde değişen koşullar siber güvenliği hızla en üst sıralara taşıdı. Gıda güvenliği hepimizin vazgeçilmez önceliği oldu. Koşullar kendi hiyerarşisini doğurdu ve dayattı… Biz razı olduk ve tüm hazırlıklarımızı oluşan yeni koşullara uyumlaşmak üzere gözden geçirmeye başladık…
Ha bir de “yeni dünya düzeni “kavramı var tabii… Çok uzun zamandan beri elimizde çokça yıpranan… Her kritik olay, durum vs. sonrası sürekli “yeniden” tanımlamaya çalıştığımız, nerelere koyacağımızı bilemediğimiz… İçeriğinin görece boş kalmasından zaman zaman haz da duyduğumuz… Umudumuzu her zaman saklı tuttuğu ve içeriği doldurma konusunda kapıyı bize hep aralık bıraktığı için kendimizi güçlü hissettiren… Konuşmaktan asla vazgeçmediğimiz… Besbelli ne yapsak etsek de vazgeçemeyeceğimiz…