Küresel salgın -ister istemez- hemen hepimizi bugüne kadar “neyi, neden yaptık/yapabildik, ya da yapmadık/yapamadık?” soruları üzerinden geçmişi, bundan sonra “neyi, neden yapmalıyız/yapabiliriz, ya da yapmamalıyız?” soruları üzerinden de geleceğimizi sorgulamaya itti… Pek çoğumuz hayata dair önem ve öncelik sıralamalarını revize ettiğini duyurdu… Ah keşkeler”, “bir daha aslalar” konuşmalarımızın ana temasını oluşturmaya başladı…
Hayatı sıfırlamak diye bir şey varsa onun için “en iyi fırsat” elimize geçti diye düşündük çoğumuz… Şimdi değilse ne zaman diye motive eder olduk birbirimizi… Görece yeni iş modelleri, yeni tip ev tercihleri, yeni tatil konseptleri, kısaca ‘yeni’leşme ihtiyacı aldı başını gitti… Yeni bir “ben”, yeni bir “sen”, yeni bir “biz” arayışı… ‘Yeni’leştikçe salgının etkisinden daha çabuk ve hasarsız kurtulabilirmişiz gibi geldi belki de… Ya da ‘yeni’de eskimize ait “salgına” dair izleri görmeyiz, “söyleyince” olmuş gibi yaparız diye umutlandık… Bir kabına sığamama durumu, “değişimden bol bol söz ederek” dönüşen koşullara uyum sürecinde “ben hazırlıklıydım”, “ben demiştim” şeklinde tezahür eden güçlü görünme, “zaten her şey ortadaydı, ön alınamadıysa hepimizin suçu” biçiminde öne çıkan olgunluk ve bilgelik halleri… Çoğumuzda bir telaş, bir acele… Biran önce şu “geçmişe ait sayfayı” kapatalım da “önümüze” bakalım hissiyatı…
Bu süreçte bir de bambaşka duygularla hayatının bundan sonraki bölümünü planlamaya çalışan, bunun için çaba sarf eden, gireceği sınavlara hazırlanmak zorunda olan gençlerin halini düşünün… Tam da etrafta hemen herkesin hayat muhasebesi yaptığı, sağlıkla ilgili olanlar başta olmak üzere kaygı seviyesinin zirvelere ulaştığı, sahip olunan pek çok şeyin anlamını yitirdiği, eğitim dâhil pek çok iş yapış şeklinin değiştiği, alışkanlıkların hızlıca dönüştürülmek zorunda olduğu bir dönemde “geleceğini” şekillendirme “baskısı” altında olan gençleri…
Kolay bir süreç değil… Neler geçiyor kim bilir akıllardan… “Gelecek” derken ne kadarlık bir zaman dilimi kastediliyor o bile net değil…”Gelecek” de o kadar çabuk geliyor ki artık! Hıza yetişmek neredeyse imkânsız! Üstelik bugün verilen bir kararla yapılan tercih ne olursa olsun ortalama 2-4 yıl içinde mezun olunacağı dikkate alındığında, o zaman neler değişmiş olacak hayatta onu öngörmek de çok zor… Eğitim süresince öğrenilenlerin ne kadarının o gün işe yarayacağını, ne kadarının o günün bağlamından uzak olacağını kestirmek de…
Nitekim hep birlikte gördük… O olma ihtimali çok zayıf görünen “distopik” filmlerdeki salgın sahnelerinin birçoğu ne kadar da çabuk gerçek oldu! Daha acaba o gerçekleşmesi mümkün görünmeyen sahnelerden hangileri bizler farkına bile varamadan yakın zamanda gerçeğe dönüşecek!
Hangi eğitim modeli teknik beceriler, hızlı dönüşüme ayak uydurma, problem çözme ve ruhsal dayanıklılık açısından o günlere bizi nasıl hazırlar acaba? Ne kadar çok soru var cevap bekleyen, ne kadar çok kişi var akıl veren, ne kadar çok üniversite var benzer şeyler vaat eden, ne kadar çok değişken var tercihleri etkileyen ve ne kadar farklı “iç ses” var sevilen, hoşlanan, yapmaktan zevk alınacak işleri fısıldayan…
Adını bile yeni yeni duymaya başladığımız ne kadar çok “geleceğin” mesleklerine ilişkin paylaşımlar yapılıyor ve tercih kılavuzlarında ne kadar da az bu mesleklerle uyumlu bölüm varmış gibi duruyor! Herkes “Z” kuşağını memnun etmek için seferber olmuş gibi konuşuyor da, “Z” kuşağı bunu neden derinden hissedemiyor! Kuşaklardan hangisi hangisinin duygularını, kaygılarını yeterince içselleştiremiyor acaba? Aynı dili konuşmaya, gençlerin kullandığı kelimeleri, araçları kullanarak onlara ulaşmaya çalışmak neden yetmiyor? Kim daha çok “mış” gibi yapıyor bu etkileşimde? Kim kimin yerine düşünüyor, “iyiliğini” istiyor? “İyilik” ne üzerinden tanımlanıyor, “iyilik” kıstasları da zaman içinde dönüşüyorsa bunun farkına kim daha çabuk varıyor?
Hemen her tercih döneminde olduğu gibi bu tercih döneminde de üniversite tanıtımlarına sıkça rastlıyoruz…Bu yılki tanıtımlarda küresel salgının eğitimin dijitalleşmesi konusunda yarattığı ivmenin etkisi net biçimde görülüyor… Çoğunluğu vakıf olmak üzere üniversiteler teması ve görselleri birbirine çok benzer tanıtımları kullanarak ulusal ve “uluslararası” eğitim sistemi içindeki yerlerini adaylarla paylaşarak neden “tercih” edilmeleri gerektiklerini teker teker sıralıyorlar… Hem içerik hem de adaylarla etkileşim bağlamında dijital ön planda…
Görünen o ki üniversitelerin hemen tamamı eğitimin dijitalleşmesi ve günün gereklerine göre gözden geçirilmesi zorunluluğunu dikkate almış… Küresel salgının genel gidişatına göre pozisyon alabilecek kadar esnek hareket edebileceklerini de net olarak ortaya koymuşlar… Görsellerle ortaya koydukları imkânlarla gurur duymamak imkânsız! Zihinsel dönüşümü de hızlıca gerçekleştirmiş görünüyorlar… Hemen hepsi tanıtımların büyük çoğunluğunu “yüzyüze”den “online”a taşımış durumda… Sosyal medya üzerinden tanıtımlar ağırlıkta… Sanal eğitim fuarları düzenleniyor… Hem günün şartlarına, hem de gençlerin daha alışkın olduğu içerik ve yöntemlere uygun! Akademisyenler de kendilerini güncellemiş durumda…
Üniversitelerin “üniversite” olmaktan kaynaklı mutlaka sahip olmaları gereken özellikler, yerine getirmek zorunda oldukları görevler var… Akademisyenlerin de… Hatta eğitim sisteminin en vazgeçilmez öğesi olan öğrencilerin de… İşin doğası bu… Bireysel, ulusal ve küresel düzeyde hemen her şeyin bu kadar hızla değiştiği bir dönemde eğitimin de içerik ve metotları açısından değişmesi kaçınılmaz… Oyunun kuralları değişiyor… Ancak “özü”n değişmesi söz konusu değil… Aynı heyecan, aynı coşku, aynı öğrenme ve öğretme tutkusu, öğrencilerle aynı “bir” olma hali… Sürecin dijitalleşmesi, mekanikleşmesi “insana” has duyguların aşınması anlamına gelmiyor… Eğitimin “özü” hala büyük ölçüde “insana” dair ve “insan” için!
Hal böyle olunca tercih de kolay olmuyor! Kimse için “kolay olmaması” ise eşitliyor hepimizi…. Kafamızdaki sorulardan, kaygılardan, verilen tavsiyelerden, yapılan önerilerden, çoğu zaman “kirliliğe” varan bilgi yığınından sıyrılıp, kendi doğrularımız, beklentilerimiz, becerilerimiz, zevklerimiz ve “iç seslerimiz” doğrultusunda karar vermek çok zor… Bir sürü girdi, bir sürü değişken… Biz yaptık, siz yapmayın, ya da biz yaptık, siz de yapın” diyen onlarca “bilge” kişi, şunu yap, bunu yapma, bak bak bu senin iyiliğine söylemlerine sahip yüzlerce paylaşım, görsel!
Aslında sanırım söylenmeye çalışılanlar gençlerin net olarak gördüklerinden ve algıladıklarından çok farklı değil! Günün koşullarına ve gelecek öngörülerine göre eğitimin içeriği ve araçları değişiyor açık… “Gelecek” aslında her zaman bilinmeye yolculuktu ama artık “hız” ve “dönüşüm” arasındaki ilişki takip edilmesi zor bir hal aldı…
Bu durumda da eğitim sisteminin tüm paydaşlarının kendilerini güncel tutmaları hem zorunlu hale geldi, hem de zorlaştı… Paydaşlar arasındaki etkileşim, karşılıklı alışveriş, mentörlük ve tersine mentörlük olmazsa olmazlardan oldu… Yönetişim en kritik kavram olarak sistemin merkezine yerleşti… Okurken çalışma hayatını deneyimlemek gelecekte yapılması düşünülen işlere en büyük katkıyı sağlayabilecek unsur olarak öne çıktı… Mevcut öngörüler uyarınca birden fazla alana hâkim olma zorunluğu disiplinler arası, hatta disiplinler üstü çalışmayı vazgeçilmez kıldı… Dijitalleşme sınır ötesi eğitim kurumlarına ulaşabilme ve iletişim kurabilmenin önünü daha da fazla açarken, yabancı dilin öneminin altını bir kez daha çizdi…
Esas gaye ise “yaşamla başa çıkma”… Tek başına olabilme ve kalabilme, böyle bir durumdayken ruhsal ve fiziki bütünlüğünü koruyabilme, değişen ve dönüşen koşullara uyum sağlayabilme, hayata esnek bakabilme, eleştirel düşünebilme, meydan okumalara karşı dayanıklı olabilme…
Bugünün tercihlerinin hayatımızın geri kalanını belirleyecek olduğu yanılsamasına düşmemek lazım… Belirleyebilir… Tabii biz istersek… İstemezsek üniversiteli olmanın bize kazandırdıklarıyla başka bir dünya da kurmak mümkün… İlgi alanlarımız statik değil, hele bu anlatmaktan yorulduğumuz “dinamik” süreçte olması olası da değil, olası olmaması da gerekir belki…
O açıdan vakit kaybetmemek, mutlaka ve mutlaka bir bölüme veya alana takılı kalıp, tercih seçeneklerini azaltmamak, “ikinci en iyi olabilecek” tercihleri de göz ardı etmemek, üniversite kampüslerini giderek ya da sanal ortamda gezmek, ders veren akademisyenlerle ve üniversite yöneticileriyle iletişim kurmak, önyargılı olmamak, kendi fikrimizin oluşması için karşılaştırmalı analiz yapabilecek kadar bilgi sahibi olmak, kendimize samimi fikrinizin oluşması için zaman tanımak, ücretlendirme ve burs imkânları bağlamında “sürdürülebilirliği” öncelemek önemli…
Gelecekten yüzde yüz emin olmak mümkün değil, kendimize yaptığımız yatırım çok değerli… Üniversite hayatımız boyunca okuduğumuz her kitap, dinlediğimiz her müzik, seyrettiğimiz her film… Edindiğimiz her arkadaş, karşılaştığımız her kişi, her yönetici, her akademisyen, hatta tartıştıklarımız, aynı fikirde olmadıklarımız da dâhil… Tüm aldığımız dersler, hatta “bu bizim işimize ileride nerede yarayacak diye sorguladıklarımız” da… Üniversitede hayatımızın çok önemli bir “yaş dönemini” geçiriyoruz… İşte tam da bu yüzden o dönemi nasıl değerlendiğimiz, tercihlerimizin çok ötesinde önemli oluyor hayatta kendimizi konumlandırırken!