Küresel salgın tüm dünyayı etkilemeye devam ediyor. Üstelik hiçbir ülkeye, hiçbir bireye ayrıcalık tanımadan… Aynı gemide olduğumuzu acı da olsa tekrar tekrar hatırlatarak. Ne ülkelerin, ne uluslararası örgütlerin, ne de bireylerin mukayeseli üstünlükleri konuşuluyor artık. ABD, Çin, İran ve İtalya başta olmak üzere, hemen her ülke benzer refleksleri gösteriyor, aynı çıkmazları yaşıyor, aynı kaygıları duyuyor ve aynı amaç için uğraşıyor.
Uluslararası örgütler/oluşumlar ise ya hiç ortada yok ya da sesleri çok cılız çıkıyor. Küresel sistemin mevcut kurumlarının karşı karşıya kalınan tehdide hazırlıksız yakalandıkları çok net görünüyor.
Toplumlar ve bireyler için de aynı durum söz konusu. Beklenmedik bir zamanda hayatın “bu” yanıyla karşılaşmak, son hızla giden bir arabanın ani fren yaptığı andaki etkiyi yarattı. Görünmeyen bir virüsün ırk, dil, din, cinsiyet, yaş, makam, statü, şöhret, refah düzeyi vs. gözetmeksizin her birimizi aynı ölçüde hedef alıyor ve tehdit ediyor olabilmesi algılarımızı değiştirdi. Dünyanın neresinde olursa olsun bireylerin benzer durumlar karşısında benzer davranışlar (marketlerdeki yığılmalar, karantinadan kaçma girişimleri, sosyal medyadan yapılan paylaşımlar, ev konserleri, salgınla mücadele ve sonrası için kampanya girişimleri vs.) sergilediğini görmek “insanlık” ortak paydasının tahmin edilenin çok ötesinde anlamlar içerdiğini hissettirdi hepimize…
Bugün geldiğimiz noktada artık pek çok kişi “hiçbir şeyin korona salgını öncesi gibi olmayacağı” görüşünü dile getiriyor.
Birçoğumuz için salgının tetiklediği bugünkü zaruri iç hesaplaşmaların, yüzleşmelerin, kendine dönmelerin içselleştirilmediği için kalıcı olmayacağını tahmin etmek zor değil. Yaşamın birinci dereceden tehdit altında olduğu günümüz koşullarında bile “bilge paylaşımlar” ile üstü kapalı da olsa “rekabetçi ve egoların merkezde olduğu etkileşimleri” bir arada görmüyor muyuz? Dolayısıyla muhtemeldir ki, korona salgını sonrası da çoğunluğumuz bugün yaşadıklarımızı hızlıca unutup önceki olağan yaşamına geri dönecek. Yine kitap okumaya, film seyretmeye, ailesiyle, arkadaşlarıyla birlikte olmaya vakit bulamayacağı yaşamına… Hem de bu kez salgın nedeniyle verilen arayı telafi etmek, görünür olmak, işe yaradığını hissettirmek, daha fazla gelir elde etmek vs. için daha da çok emek harcayarak…
Peki, çoğunluğumuz korona salgını sonrası hayatına bu tür hızlı bir dönüşü planlıyor ama hayatı bıraktığı gibi bulacak mı? Hayır. Cevap hayır ancak nasıl bir hayat ile karşılaşılacağı konusunda bugünden olumlu ya da olumsuz net bir şey söylemek kolay değil. Salgının yaşamı tehdit eden özelliği dışında, bireysel, toplumsal, ulusal ve küresel boyutta ekonomik, sosyal, siyasi kısa, orta ve uzun vadeli olumlu ve olumsuz birçok etkisini hep birlikte tecrübe edeceğiz. Eğitimde uzaktan ve dijital öğretim, dijital bankacılık işlemleri ve e-ticaret, uzaktan/ evden /esnek çalışma modelleri gibi mevcut iş yapış biçimlerimizde köklü değişiklikler getiren uygulamalar şimdiden hayatımızın önemli parçası haline geldi bile. Tüm bunların çalışma hayatı ve zihniyeti, istihdam vs. üzerindeki etkileri kaçınılmaz olacak.
Korona salgını sonrası dünya nasıl olacak sorusunun cevabı ise daha da fazla bilinmeyen içeriyor. Bu bağlamda farklı beklentiler var. Üzerinde hemfikir olunan konu ise korona salgınının dünya için önemli bir kırılma ve mevcut sistemi değiştirmeye yönelik önemli bir katalizör olduğu. Nasıl bir kırılma ve sistem değişikliği yaşanacağını ise zaman gösterecek.
Korona salgını öncesinde de liberal sistemin ve küreselleşmenin sorgulandığı, ülkeler arasında kolektif güvenlik ve ortak çıkarlardan bahsetmenin zor olduğu, küresel değerlerin erozyona uğradığı, ulus-devlet merkezli politikalara kayışın hızlandığı, çok taraflılığın ivme kaybettiği, milliyetçiliğin arttığı, dijitalleşmenin yaygınlaştığı bir dünyadan sıkça bahseder olmuştuk. Belirsizliğin bu kadar kuvvetli biçimde kendini hissettirdiği bir dünyada da küresel aktörlerin mevcut duruma uyum kabiliyetlerini artırabilmeleri için yeni politikalar, yeni uygulama metotları ve yeni diplomasi araçları üretme ve kullanmaları gerektiğinin altını çiziyorduk.
Korona salgını benzer tartışmaları bir kez daha alevlendirdi, salgın sonrasında da aynı tartışmaların, sorgulamaların daha da yoğun bir şekilde devam edeceği aşikâr. Salgınla mücadelenin ana sloganının “salgın küresel, mücadele ulusal” olması bile durumu net bir şekilde özetliyor.
Salgın dünyadaki hemen her ülkeyi etkiliyor. Ülkeler içlerine kapanarak, çoğunlukla kendi başlarının çaresine bakmak durumda kalıyorlar. Henüz ciddi bir uluslararası ortak mücadeleden bahsetmek mümkün değil. Başta BM olmak üzere konuyla ilgili pek çok küresel, bölgesel örgüt ya da oluşum henüz sürece dâhil olmuş değil, ya da yetkinlikleri ve etkinlikleri sınırlı kalıyor, soruna çare olabilecek çözümler üretemiyor. Ancak çok kısa zamanda, salgınla mücadelede, şimdilik öncelikle bilgi ve tecrübe aktarımı ile başlayan uluslararası işbirliğinin topyekûn bir işbirliğine dönüşmesi zorunluluğu muhakkak ortaya çıkacak. Zira sınır tanımayan sorunlardan olan salgının bir ülkede bitmesinin, dünyanın yaşanabilir bir yer olması için yeterli olmayacağını, sınırların ebediyen kapalı kalamayacağını, küresel ortak yaşam alanlarımıza hep birlikte sahip çıkmamız gerektiğini hepimiz çok iyi biliyoruz.
Korona salgını sonrası bambaşka bir dünyayla karşılaşır mıyız ve bu bambaşka dünya şimdi içinde bulunduğumuz dünyadan daha mı iyi olur, daha mı kötü olur şimdiden tahmin etmek zor. Ancak tüm bu belirsizliklerin verdiği net bir mesaj var… Küresel yönetişimin mevcut pek çok kavram, unsur ve aktörünün kaçınılmaz olarak daha derinden sorgulanma vaktinin geldiği…