Yeni koronavirüs ile tanıştığımız 2019 yılının son günlerinden bu yana süreç ilerledikçe küresel salgının mevcut halinin ve olası yeni dalgalarının kontrol altına alınması kadar- hatta artık belki daha da fazla- küresel salgının bireysel, ulusal ve küresel düzeyde yaratacağı etkilerini konuşur, tartışır hale geldik.
Çoğumuz aslında cevabı kendi ya da birbiri içinde saklı, duymak istediğimiz cevaplara uygun sorular soruyoruz. Mevcut koşullar da cevapları herkesi mutlu edebilecek, sonrasında “bak ben demiştim” dedirtebilecek türlü çeşit sorular sorabilmeyi mümkün kılıyor. Genelleştirilmesi, sınıflandırılması zor çok sayıda veri ve değişken var elimizde… Bizi umut ettiğimiz sonuca ulaştıracak kendi puzzle’ımızın parçalarını mı teker teker seçerek oluşturuyoruz, aslında verili ve birbirinin aynı puzzle parçalarıyla birbirinden çok farklı sonuçlar mı hayal ederek ilerliyoruz? Bunu zaman içinde göreceğiz… Bugünkü yarış da zaten puzzle parçalarını olmasa bile, sonucunu inşa ve dikte etme konusunda hızlıca harekete geçme ve ön alma üzerine değil mi?
Söz konusu parçaların oluşturacağı puzzle’ın sonucuna, ortaya çıkacak veya çıkarılacak arzu edilen/ tepki duyulan, isyan edilen/razı olunan büyük resim” de diyebilir miyiz? Evet…
Şimdi tekrar cevaplarında “büyük resmin” parçalarını aradığımız sorulara geri dönelim.
- Kovid 19 salgını hangi küresel eğilimlerin hâkim olduğu bir dönemde ortaya çıktı?
- Salgın sonrası yakın, orta ve uzun vadede ortaya çıkması muhtemel gelişmelere de benzer küresel eğilimler mi yön verecek?
- Yoksa bambaşka kavramların, konuların, uygulamaların, tasarımların tartışılıp, konuşulduğu yeni bir dünyaya mı uyanacağız?
- Eğer böyle yeni bir dünyaya uyanmak mümkün olacaksa uyanışımız bir anda mı olacak, sürece mi yayılacak?
- Salgın yavaş yavaş etkisini azaltırken “bizim için kurduğu yeni bir dünyayı” bizlere emanet edip de mi gidecek? Biz mi salgının yarattığı etkiyle mevcut olanı onarıp, yolumuza kaldığımız yerden devam etmeyle, yenisini inşa etme arasında bocalarken yeni bir dünya kurmaya ikna olacağız?
- Biz zaten salgınla karşı karşıya geldiğimizde de arafta değil miydik? 1945 sonrası kurulan düzeni masaya yatırmış, eksiklerinden, mevcut koşullara uyumsuzluklarından, acilen değişmesi gerektiğinden vs. bahsetmiyor muyduk? Hatta biraz daha ileri gidip gelecekle ilgili farklı senaryolar üretmeye başlamamış mıydık?
- Peki o zaman bizi hızlıca hareket etmekten alıkoyan koşullar neydi? Arafta kalmak umudumuzu saklı tutarak, hazır olmadığımız gerçeklerle yüzleşmemizi geciktirerek aslında işimizi mi kolaylaştırıyordu? Küresel salgın bu koşulları radikal biçimde değiştirebildi mi? Dahası küresel salgın yeni bir dünya kurulması konusunda bizi araftan kurtaracak şekilde küresel bir “niyet” ve “irade” oluşmasına sebep olabilecek güçte bir değişken mi? Küresel salgının- dayattığı koşullarla- dünyayı topyekûn bir değişim için “dönüşü olmayan noktaya” getirdiği gerçekten iddia edebilir mi?
- Her şeye rağmen hâlihazırdaki varken, yeni bir dünya kurmaya gerek var mı, ya da bu mümkün olabilir mi? Mevcut olan, yeninin kurulmasına hangi koşullarda, hangi beklentilerle, hangi dayatmalarla izin verir, ya da mukavemet eder?
- Yeni bir dünya kurmanın kime, maliyeti ne olur? Bu maliyeti karşılamaya gönüllü olmak ya da olmamak neyi ifade eder?
- Bu tür yeni bir oluşumdan kim fayda elde eder? Böyle bir faydanın oluşmasına katkı sağlamak adına kimlerin ikna edilmesi ya da zorlanması gerekir?
- Tüm bu soruların cevabı oluşacak ya da oluşturulacak büyük resmin (eğer mümkün olursa) kimin/kimlerin eseri ve/veya “sahibi” olacağına göre değişir mi? Eğer değişirse, o halde aslında yapı-amil tartışmasını tekrar gündeme getirmek gerekir mi?
Küresel düzeyde sorduğumuz bu ve benzeri soruları -içeriği aynı kalacak biçimde- birey başta olmak üzere her aktör düzeyinde sormak mümkün. Birey düzeyinde tümevarım ya da tümdengelim yöntemini kullanarak puzzle’larımızı ve görmek istediğimiz “büyük resmi” oluşturmak nispeten daha kolay gibi gözüküyor ki o bile başta kendimiz olmak üzere çok sayıda değişkeni içerdiği için çok zor… Hele bir de statükodaki her zerrinin değişmesi için bir bedel ödemek var ki… Yakından bakmayınca görünmediği için uzaktan konuşmayı kolaylaştıran, gerçekle yüzleşince de göze alınamayan…
Ulusal ve küresel düzlemi ise siz hayal edin lütfen. Bu soruların cevaplarını sayabilecek, sınıflandırabilecek, değerlendirebilecek ve analiz edebilecek bir yöntem var mı? Böyle bir durumda sonuca “gitmek” ya da “varmak” hangi ipuçlarını takip etmemizi gerektirir?
Bugünlerde oldukça popüler olan The Platform filmini bir de küresel sistem ve aktörleri açısından değerlendirsek hangi cevaplara ulaşırız acaba? Ya da Günter Anders’in “zamansallıkların uyumsuzluğu”, “sınır-üstülük” ve “Prometheusçu utanç”, Jeremy Bentham, Michel Foucault ve Louis Althusser’un “panoptikon”, Didier Bigo’nun “banoptikon” kavramlarına, Spinoza’nın “korku çözümlemesine”, Manuel Castells’in kullandığı “enformasyonel siyaset”, “ağ toplumunun yükselişi” gibi kavramlara ya da bunlara benzer kavramların konu edildiği sayısız tartışmaya yeniden bir göz atarak güncel tartışmalara ek kendimize yeni bir başka zemin oluştursak?
Tüm bunları yaparken bir de aslında esas sorulması gereken soruların “insanoğlu gerçekten nasıl bir dünyada yaşamak istiyor?”, “insanoğlunun kendine layık bulduğu dünya nasıl bir yer?” gibi sorular olduğunu anlayabilsek… Ne mutlu bize!