Küresel salgının etkilerini hissetmeye başladığımız günden bu yana çoğumuz kendimizde, çevremizde, ülkemizde ve dünyada olup bitenleri zorlanarak da olsa anlamaya ve anlamlandırmaya çalışıyoruz.
Son üç aydır “koronavirüs” sözcüğü hayatımızın merkezinde biz çevresinde bir hayat kurduk neredeyse… Dilimizde “koronovirüs” sözcüğü sabit, diğer sözcüklerle ilişkilendirebildiğimiz ölçüde konuşabildiğimiz kadar konuşuyoruz… Hayat artık “koronavirüs” sözcüğü etrafında dönüyor adeta… Tüm kapıları açıp kapatabilme özelliğine sahip sihirli bir anahtara dönüştü dilimizde!
Bireylerden, devletlere gündemimizi belirliyor, söylemlerimizi, davranışlarımızı şekillendiriyor, politikalarımıza, eylem ve uygulama araçlarımıza yön veriyor… Gelecekle ilgili olumlu, olumsuz hemen her tartışmamızın ana eksenini oluşturuyor…
Yazılan pek çok makalenin başlangıcı, pek çok konuşmanın girişi, pek çok eylemin nedeni ve meşruiyet aracı, pek çok dönüşümün tetikleyicisi ve hızlandırıcısı, pek çok yeni girişimin sebebi, pek çok kaybın müsebbibi… Kimse karşısında duramıyor, kafa tutamıyor, dilimizi terk edeceği bir gün olacak mı, olacaksa o gün ne gün onu da bilemiyor…
Aslında dünya üzerinde hangi dili konuşursak konuşalım birçoğumuz için görünürde benzer şeyleri ifade ediyor gibi gözükse de, aslında ne kadar da farklı duygunun, düşüncenin, durumun, bağlamın sembolü olarak çıkıyor karşımıza “koronavirüs” sözcüğü…
Bugün geldiğimiz noktada söz konusu sözcük neyi temsil ediyor, neleri aklımıza getiriyor, hangi referans noktalarına karşılık geliyor, ne kadar objektif, ne kadar adil, ne kadar orantılı kullanılıyor, gerçekten çoğumuzun yüklediği kadar büyük bir “gerçekliğe” tekabül ediyor mu, yoksa “gerçekte olduğunun yanında” yüklediğimiz anlam az mı kalıyor gibi birçok sorunun cevabı çoğumuz için çok farklı…
Şimdi bir düşünelim… “Koronavirüs” geçirenler, yakınları “koronavirüse” yakalananlar, ya da yakınlarını “koronavirüs” nedeniyle kaybedenler nasıl cevaplar verir acaba bu sorulara? Ya bu süreçte iş yükleri sınırları zorlayan sağlık çalışanları, kuryeler, market çalışanları ve büyük bir özveriyle evde kalmaya devam eden 65 yaş üstü ve 20 yaş altı bireyler… Devlet adamları, beyaz yakalılar, küçük işletme sahipleri, işçiler, emekliler… Anneler, babalar, çocuklar… Sanatçılar, yazarlar, şairler… Öğretmenler, öğrenciler… Sizler bu listeyi istediğiniz kadar uzatılabilirsiniz… Bu gibi çok değişkenli durumlarda “normal koşullar altında” yapamayacağımız için genelleme yapmak çok zor tabii… Anlamlı bir sonuca varabilmemiz için kişisel özellikler ve çoğu zaman toplumda aynı anda farklı rollere sahip olma halimiz başta olmak üzere daha pek çok girdiyi değerlendirmek elbette gerekli ama “farkındalık” için bu kadarı bile yetmez mi?
Nitekim süreç biraz ilerleyip, normalleşmenin adımları hızla atılırken “koronavirüs” sözcüğüne ilişkin yukarıda bahsi geçen sorulara cevap olarak verilebilecek ne kadar çok şey biriktirmişiz farkındasınız değil mi?
“Koronavirüs” sözcüğü küresel ölçekte hemen hepimiz için öncelikle el hijyeni, fiziksel mesafe ve maske demek… Soğuk hastane odaları, koruyucu beyaz tulumlar, alınan tedbirler, dünyanın dört bir yanından gelen “koronavirüs” hastalarının üzücü, yalnız ve çaresiz fotoğrafları/videoları, günlük test, vaka, vefat ve iyileşen sayıları, sağlık çalışanlarının özverili çalışmaları, liderlerin virüsle mücadele çabaları, TV’lerde içeriği ve katılımcıları bir anda tamamen değişen açık oturumlar, “koronavirüsün” herkese eşit davrandığını kanıtlarcasına “toplum tarafından tanınan kişilerin” virüse yakalandığına dair yazılı ve görsel medyada yer alan haberleri…
Temel ihtiyaçları karşılama çabaları, market kuyrukları, tuvalet kâğıtları ile sembolleşen market alışverişleri, ”Evde Kal” çağrıları, sokağa çıkma ve seyahat kısıtlamaları, işyerlerinin, okulların kapatılması, ibadet yerlerinde toplu ibadetin askıya alınması, futbol başta olmak üzere her türlü spor faaliyetinin durdurulması, balkonlardan gerçekleştirilen dayanışma aktiviteleri…
Çeşitli platformlar üzerinden yapılan canlı yayınlar, uzun telefon görüşmeleri, sosyal medya paylaşımları, zoom başta olmak üzere web tabanlı seminerler (webinarlar), toplantılar ve dost sohbetleri için kullanılan dijital uygulamalar, hemen her düzeyde, her konuda dijital ortama taşınan eğitim, sergi, gösteri, defile, müze, konser, tiyatro, festival, kutlama… Dijital alışveriş, dijital bankacılık vs. vs.
“Koronavirüs” sözcüğü hayatımıza girmeden önce protein ağırlıklı ketojenik diyetler sebebiyle eve ekmek sokmayanların hızla evde ekmek yapmaya başlamaları, makarna ve ekmek başta olmak üzere eskiye inat altı çizilen karbonhidrat yüklemeleri, eve taşınan spor salonları, kuaförler, berberler, restoranlar, pasta, börek, çörek atölyeleri… Yapılan yemekler, unlu mamuller, yoğurtlar… Paylaşılan onlarca tarif… İlk denemelerde heba olan onlarca malzeme…
Okunan ve yazılan kitaplar, makaleler, seyredilen filmler, diziler… Çekimi evlerde ya da daha kısıtlı mekân, kişi sayısı ve sürelerde gerçekleşen diziler, programlar, video klipler… Günün ruhuna uygun yazılan ve söylenen şarkılar… Yine günün getirdikleriyle gözden geçirilmiş reklâmlar, tanıtımlar, bildirimler, kurgulanmış ve hazır olarak sunulmuş hayaller…
Hayatımıza yeni giren onlarca başka sözcük, yeni davranış ve iş yapış biçimleri, yeni yeni tanımaya başladığımız ancak artık gündelik hayatımızı alışkın olduğumuz haliyle yürütmemizi sağlamak için “olmazsa olmaz” haline gelen araçlar…
Ekonomi ve sektörler üzerindeki bireysel, ulusal ve küresel etkiler, kayıplar, kazançlar, fırsatlar, alınacak tedbirler, tahmini toparlanma hızı ve süreler… İnsan psikolojisine olası tesirleri… Evle, iş yaşamıyla, aileyle, çevreyle dönüşen etkileşim süreçleri…
Bireysel, ulusal ve küresel düzeyde yapılan gelecek tartışmaları… “Her şey değişti, değişmedi” çekişmesi, siber güvenlik, biyo güvenlik, gıda güvenliği kavramları… Yüz tanıma teknolojisi, gözetim için tasarlanan vücut içine veya telefon vs.’ye iliştirilen çipler, biyolojik pasaport, profilleme gibi kavramlarla alevlenen hak ihlalleri, kişisel verilerin korunması, birey-devlet ilişkisi hatta “birey-küre” ilişkisi münakaşaları… Toplumdaki dezavantajlı gruplar açısından doğurduğu sonuçlar ve bunların yansımaları… Daha neler ekleyebiliriz bu sayılanlara bir düşünün lütfen… Bir sözcük girdi hayatımıza ve bakın bir anda “neler neler demek oldu” bizler için…
Çağrıştırdığı karmaşık duygulardan bahsetmiyorum bile… Hepimiz kendimize göre tanımlıyoruz yaşadığımız duyguları… Ne çok duygu sığıyormuş bir sözcüğe… Ne çok kapıyı aynı anda açıp, kapatabiliyormuş bir sözcük… Ne çok şeyi aynı anda değiştirip, “aynı” bırakabiliyormuş… Hal böyle olunca da ”koronavirüs” sözcüğü dilimizi terk etmek istese bile, biz artık ondan o kadar kolayca ayrılabilecek miyiz düşünmeden edemiyorum… Yeni bir Stockholm Sendromu sanırım!