Küresel düzeyde etkin olan koronavirüs salgını, birçoğumuzu, varlığımızı, davranışlarımızı, ilişkilerimizi, alışkanlıklarımızı vb. gözden geçirmeye itti.
Hızla değişen koşullara yavaşlayarak uyum sağlamanın zorluğunu yeni yeni keşfediyoruz. Çok değil bundan daha birkaç ay önce o kadar çok kişi çok çalışmaktan, yoğunluktan, kendine ve sevdiklerine zaman ayıramamaktan yakınıyordu ki…
Şimdi çoğumuz evdeyiz, kendimizle, yalnız kendimizle baş başayız… bir de tabii teknolojinin bize sunduğu olanaklardan yararlanarak birbirimizle uzak mesafeli ilişkiler kuruyoruz. Yakınlarımızla bile telefon, bilgisayar vb. araçlar aracılığıyla konuşuyoruz.
Aslında durum kısaca şu- aylar önce olağan koşullar altında biz çok yoğunduk, çok işimiz vardı, dolayısıyla etrafımızla yüz yüze iletişimimiz ya çok kısıtlı, ya da çok yüzeysel ve mekanikti. O zaman bu durum çoğumuz için normaldi. İşlerimiz bitince, azalınca-ki bu asla olacak gibi değildi-aradaki mesafeyi kapatmak, ilişkileri telafi etmek her zaman mümkündü. Çoğumuz yalnızlığı özgürlük, yapacak çok işi olmayı ayrıcalık olarak görüyorduk.
Şu anda ise vaktimiz görece bol, evdeyiz. Bu kez mevcut şartlar yüz yüze iletişimimizi kısıtlıyor. Ve biz artık verili olarak gördüğümüz için pek de kıymetini bilmediğimiz o “olağan şartların” da değişebileceği gerçeğiyle acı bir şekilde yüzleşerek artık özgürlükten değil, sosyalleşememekten, sokağa çıkamamaktan, yakınlarımızı rahatça görememekten yakınıyoruz… O daha önce yeterli gördüğümüz telefon konuşmaları, sosyal medya paylaşımları, mesajlaşmalar da tutmuyor artık tertemiz bir havada yürümenin ya da sevdiklerimizle yüz yüze iletişimin yerini…
Bugünlerde birçoğumuz kendimizi daha önce gördüğümüz “salgını” konu alan filmlerden birinin oyuncusu gibi hissediyor. Ya da en azından hepimizin aklına o filmlerden biri geliyor. Aslında seyrederken ne kadar da gerçeklikten uzak görünen. Yukarıdaki satırları yazarken benim de aklıma Perfect Sense filmi geldi. Hani şu tüm duyuların kaybolmasına sebep olan salgın hastalığın konu edildiği film. İnsan yaşama mücadelesini ve hayatta kalma içgüdüsünü sınayan film.
Bir önceki yazımın başlığı “Ortak Paydada Birleştik: İnsanlık” idi. Aslında sadece birleşmedik, eşitlendik de “insanlık” ortak paydasında. Hiçbir ayrım gözetmeden hepimizi aynı şekilde etkiliyor salgın. Hepimiz aynı şekilde kaygılanıyoruz, aynı önlemlerle korunuyoruz ve hepimiz biran önce salgının geçmesini diliyor ve var gücümüzle mücadele ediyoruz. İnsan olduğumuzu, ortak kırılganlıklarımızı, güçlü yönlerimizi, duyularımızı, duygularımızı, bizi biz yapan değerleri hatırladık.
Yakın zamanda insan-makine karşılaştırması yapan çok sayıda araştırma yayınlandı. Genelde makine karşısında insanın güçsüzlüğünden, çaresizliğinden ve itibar kaybından bahsediliyordu bu yayınlarda. Bu bağlamda son dönemde yaşadıklarımız insanoğlunun kendi varlığı ve değerini yeniden anlamlandırması açısından da önemli oldu.
Peki birey düzeyinde insanoğlu varlığını, yaşamını, ilişkilerini vb. bu kadar sorgular ve bu kadar büyük bir yaşam mücadelesi verirken, ulusal düzeyde ülkeler olağanüstü çaba sarf ederken ve en önemlisi salgının merkezi Avrupa haline gelmişken, salgın karşısında etkisiz kalan Avrupa Birliği (AB)’nin varlığını, değerlerini, politikalarını ve araçlarını da gözden geçirme gereği açıkça ortaya çıkmadı mı?
Ulus-üstü yapılanmasıyla kendine has özelliklere haiz, varlığını barış, birlik, eşitlik, özgürlük (mal,işgücü, hizmet ve sermayenin serbest dolaşımı) ve “dayanışma” ilkeleri üzerine inşa eden AB, nimet ve külfetin üye ülkeler arasında eşit ve adil paylaştırılması hedefini açıkça ortaya koymakla birlikte uygulamadaki aksaklıklar net bir şekilde ortadadır.
AB’nin genel yapılanması içerisinde ortak bir sağlık politikası olmadığı ve bu alanın üye ülkelerin yetki alanında bırakıldığı doğrudur. Ortak bir politikanın bulunmadığı sağlık alanında AB üye ülkeleri sağlık ve tıbbi bakım hizmetlerinin örgütlenmesi ve sunulması bakımından öncelikli sorumluluğa sahiptir. AB sağlık politikası ise ulusal politikaların tamamlayıcısı niteliğindedir. Kovid-19 salgını ise istisnai bir durum olarak ortaya çıkmış, önemli bir kriz yaratmış ve üye ülkeler arasında dayanışma ve koordinasyon içinde hareket edilmesini zorunlu hale getirmiştir. Ancak krizin ortaya çıktığı ilk günlerden itibaren başta Komisyon olmak üzere ne AB’nin ilgili kurumları üye ülkeler arasındaki koordinasyonu sağlıklı bir biçimde sağlayabilmiş, ne de Kovid-19 salgınının çok sayıda can kaybına yol açtığı AB ülkeleri, birbirlerinden gelen yardım isteklerine karşılık verebilmiştir. Ulusal reflekslerin üye ülkeler arasındaki dayanışma ruhunun önüne geçtiği çok nettir. İlgili ülkeler hızlı bir şekilde tek taraflı sınırları kapatma, iç sınırlarda kontrol ve tecrit uygulamaları gibi girişimlerle AB gibi bir oluşumun parçası değilmişçesine bireysel hareket etti. Dahası başta İtalya olmak üzere AB üyesi ülkelerin çoğu da AB’de dayanışma ilkesinin işlememesi ve koordinasyon eksikliğini açıkça ve sert bir dille eleştirdi.
AB’nin krizlere karşı tepkilerindeki yavaşlığı, hantallığı, koordinasyon eksikliğini, kuruluş ve işleyişine dair pek çok sebeple açıklamak mümkün ancak açık ki AB de bu tür bir krize hazırlıksız yakalandı. Şimdi AB’nin de varlığını, yapılanmasını, işleyişini, etkinliğini yeniden değerlendirme zamanı…