18. yüzyıldan itibaren sanayi devrimiyle birlikte başlayan Batının Küreselleşmesi süreci üç dalga halinde ilerlemiştir.
Liderliğini Avrupa’nın üstelendiği Küreselleşmenin ilk dalgasında deniz yollarının keşfi, demiryollarının ve denizaltı kabloların döşenmesi sonucunda nakliyat, ulaşım, haberleşme, finansman ve bankacılık ülkeler ve kıtalararasında yaygınlaştı ve Avrupalı güçler bu dönemde hakimiyetlerini bütün dünyaya yaymaya başladı.
2. Dünya savaşından sonra küreselleşmenin liderliğini Amerika devraldı ve küreselleşmenin yeni ivmesi başladı. Avrupa kıtasında, sanayi çağının erken dönemlerinde iç pazarların bütünleştirilmesi ihtiyacına bağlı olarak geliştirilen ulus devlet modelinden sonra batı entegrasyonun ve küreselleşmenin önemli bir aşaması sayabileceğimiz uluslar üstü bütünleşme hareketi başlatıldı. Bu aşamada Ulusal sınırlar kaldırılarak, pazarlar bütünleştirildi ve egemenlik ulus üstü yapılara devredildi.
21. Yüzyılın başlarından itibaren ise Küreselleşmenin dinamikleri zayıflamaya başladı. Günümüzde ise COVID-19 salgının açıkça gösterdiği gibi küreselleşme artık geriliyor.
Küreselleşme Geriliyor
Küreselleşmenin gerilemesinin altında yatan birçok sebep vardır. Bunlardan belki de en önemlisi Dizginsiz Küreselleşmenin yarattığı ekonomik eşitsizliktir. Bu durumun en önemli sonuçlarından biri popülist liderlerin yükselişi için uygun bir zemin yaratması olmuştur. Küreselleşmenin asimetrik etkilerinin kışkırttığı sosyal maliyetler arttıkça, küreselleşmeye karşı siyasi ve toplumsal tepki güç kazandı ve küreselleşmeye karşı tecritçi bir gündemi destekleyen dünyadaki popülist partilerin yükselişi tetiklendi.
Örneğin, Amerika Birleşik Devletleri’nde, Pas Kuşağı’ndaki imalat sanayilerinin çöküşü, imalat işlerini geri getirme ve Amerikan işçilerini küreselleşmenin etkilerinden koruma sözü veren Donald Trump gibi popülist adaylara desteği artırdı.
Küreselleşmeye karşı tepki, salgın başlamadan önce korumacılar ve ulusal güvenlik şahinleri tarafından zaten yönlendiriliyordu. Brexit oylamasından sonra, Macaristan ve İtalya seçimleri, Batı’nın küreselleşmeye karşı tepkisinin önemli işaretleri olarak ortaya çıkmıştı. Böylesi bir ortamda Mart 2020’de Kovid-19 salgını patlayınca, önce zaten var olan korumacılık daha aşırı bir eğilim haline geldi.
Küresel Yönetişim Boşluğu Artıyor
COVID-19, Çin ve ABD arasında “yeni bir soğuk savaş türüne” yol açan dönüm noktası olarak hatırlanabilir. Salgından önce, iki güç arasındaki gerginlik zaten birçok farklı alanda (ticaret, mülkiyet hakları, Güney Çin Denizi’ndeki askeri üsler ve özellikle stratejik endüstrilere teknoloji ve yatırım) artmaya başlamıştı, ancak 40 yıllık stratejik angajmandan sonra salgın, iki jeopolitik devin rekabetlerini daha da kötüleştirdi ve aralarındaki rekabeti yoğunlaştırdı.
Pekin, ABD liderliğinin yokluğundan yararlandı ve krizi jeopolitik bir fırsata dönüştürmek için çok yönlü bir yaklaşım izledi. Çin’in krizi fırsata dönüştürme yeteneği, Trump yönetiminin kendi ihmalleri ve eylemleriyle büyük ölçüde desteklendi. Yumuşak güç için çok önemli olan “sistemlerin rekabeti”nde, Amerika etkisiz kaldı. Yönetimin kötü kararlar silsilesi Amerika’yı karmaşık küresel zorlukları karşılamak şöyle dursun, kendi halkını koruyamayan bir ulus gibi gösterdi. Bu durum Çin’in yanıt ve yönetişim modelinin tutarlılığını ve yeterliliğini yükseltmeye hizmet etti.
Öte yandan, geçtiğimiz on iki yıl boyunca, 2008 mali krizi, Euro Bölgesi borç krizi, 2015 göç dalgası, Brexit, yükselen sağcı ve popülist hareketler, Macaristan ve Polonya gibi yerlerde demokratik gerileme, ABD ile artan transatlantik gerilimler ve Rusya’nın Avrupa üzerindeki baskısı eliyle zaten hırpalanmış durumda olan Avrupa Birliğinde ülkelerarası iş birliği ortamı geriledi, herkes kendi başlarının çaresine bakma eğilimine girdi, sınır kısıtlamaları getirildi ve bazı hayati tıbbi ekipmanların ihracatın sınırlandı. Bütün bunlar Avrupa Birliğinin oluşturan halklarda ve liderliklerinde bazı kabuk bağlamış yaraları yeniden açtı. Avrupa Birliğinin ve onun kurumlarının etkinliğinin sorgulanması ciddi biçimde arttı.
…