Küresel salgın küresel yönetişim bağlamında daha önce de araştırmalara konu olmuş pek çok hususu tekrar gündeme taşıdı. Uluslararası ilişkiler disiplininin temel kavramları küresel salgın ekseninde yeniden ele alınmaya, tartışılmaya başlandı.
Bu süreçte virüs tehdidinin bireysel düzeyde bile bu kadar yakın ve derinden hissedilmesi ise doğal olarak “güvenlik” kavramını tartışmalarda öne taşıdı ve “tehdit” ve “güvenlik” kavramları üzerinde en çok tartışılan, konuşulan, araştırılan, yazılan kavramlar haline geldi. Varlığını korumak ve sürdürmek ana amaç olunca, gerisi “teferruat” diye düşünülüp, “tehdit” ve “güvenlik” kavramları üzerine gidildi. “Neler, nelerden, nasıl korunacak?” cevaplaması en zor sorulardan biri oldu. Küresel yönetişimde çoğu zaman biraz kaygı, biraz da övünerek bahsettiğimiz o baş döndürücü dönüşüm hızını, kavramsallaştırma ve yeni araçlar üretme ve uygulama konusunda yakalayamıyor muyuz kaygısına düşüldü.
Hal böyle olunca da uluslararası ilişkilerin “tanımı” üzerinde bile uzlaşı sağlanamayan tartışmalı bir kavramı olan “güvenlik”, günümüzün mevcut koşulları çerçevesinde anlaşılması ve anlatılması daha da zor bir kavram haline dönüştü. Küresel yönetişim, uluslararası ilişkiler dinamik süreçler… Öngörülemeyecek, hesaplanamayacak kadar çok değişken var… “Güvenlik” kavramının çerçevesi ve içeriğinin de işte tüm bu değişkenlerin ve dinamik süreçlerin dikkate alınarak oluşturulması gerekiyor… Tartışmaların bir de aktörler, analiz düzeyleri, tehdit algıları, teorik yaklaşımlar boyutu var… Geleneksel “güvenlik” yaklaşımı (güvenliği yoğunluklu olarak askeri ve siyasi unsurlarla ele alan realist görüş) bir tarafta, değişen, dönüşen koşullar, günün gerekleri, düşündürdükleri, yeni ortaya çıkan dinamikler çerçevesinde gözden geçirilmiş haliyle “güvenliği” ele alış diğer tarafta… Devlet merkezli güvenlik anlayışı bir yanda, bireye doğru kayan, hatta bazı konularda uluslararası işbirliğini zorunlu kılan güvenlik anlayışı diğer yanda…
Peki, bu durumda küresel salgını “güvenlik” kavramıyla ilişkilendirdiğimizde nasıl bir durum ortaya çıkıyor? Küresel salgını sadece sağlıkla ilgili bir konu, tehdit ya da kriz olarak görmek mümkün mü? Küresel salgın sürecinin yarattığı etkiler sadece tıbbi tedbirlerin alınması, ilaç tedavisinin bulunması, aşı geliştirme çalışmalarının sonuç vermesiyle bertaraf edilebilir mi? Küresel salgınla mücadele yeni bir “savaş” türü olarak değerlendirilebilir mi? Ordular küresel salgın ve benzeri sorunlarla mücadele etmek üzere yeniden yapılandırılacak mı? İşin içine doğrudan askeri unsurlar girmediği için (ki bazı ülkelerde mücadele sürecinde yer aldılar) küresel salgın daha düşük profilli bir tehdit olarak algılanabilir mi? Bunlara benzer soruları çoğaltmak mümkün… İşte bu soruların sorulmaya başlaması da “güvenliğin” geleneksel, görece dar çerçevesi dışında çok daha fazla boyutu kapsayacak biçimde ele alınmasını kaçınılmaz kılıyor… Üstelik bu hem bireysel, hem devlet, hem de küresel düzeyde geçerli…
Şöyle basitçe düşünelim! Küresel salgını bir tarafa bıraksak bile “güvenlik” kavramını duyduğumuzda bireyler olarak bizlerin bile birbiriyle ilintili ne kadar çok konu geliyor aklımıza değil mi? Üstelik bunların bazıları birbirine benzer olsa da, birçoğu kişiye özel… Her birimiz için “tehlike bulunmaması halinin” bin bir türlü biçimi ve tanımı var… Kendimizi rahat ve emin hissedebilmemiz için olmazsa olmaz koşullarımız, bugüne kadar öğrendiklerimiz, geçmişten taşıdığımız izler, gelecekle ilgili beklentilerimiz vs. mevcut… “Güvenlik” konusu her şeyin önüne geçebiliyor, “güvende” olabilmek adına birçok şeyden vazgeçilebiliyor…
Bu durumda da her birimizin “tehdit” ve “güvenlik” algısının farklılaşması ve “güvenlik” kavramına ve tehditlerle başa çıkma başarı/başarısızlığına yüklediği anlamın değişiklik göstermesi çok doğal… Dolayısıyla küresel salgının yarattığı tehdidin de bu şekilde farklı boyutlarıyla ve çok yönlü olarak ele alınması, sağlığı tehdit eden gözle görünmeyen bir virüsün yarattığı hastalık ve ölüm tehdidinin çok ötesinde “insan güvenliği” çerçevesinde değerlendirilmesi de işin doğasına çok uygun. Nitekim sorunun niteliği, kapsamı ve etkisi de görece “üstenci” geleneksel güvenlik yaklaşımına meydan okuyabilecek niteliklere sahip!
Aslında “insan güvenliği” kavramı küresel salgınla ortaya çıkan yeni bir kavram değil ama 1990’lardan beri gündemde olan bu kavramın şimdi tekrar ele alınıyor olması manidar… Hele ilk ortaya atıldığında “güvenlik” kavramının içeriğini gereğinden fazla genişletiyor, “ağırlığını” hafifletiyor diye çok eleştiri aldığı da düşünülürse…
Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı tarafından 1994 yılında yayınlanan İnsani Kalkınma Raporu “insan güvenliği” kavramını ilk kez ortaya atmış, “güvenlik” kavramına “yüksek” politika konuları bağlamındaki kullanımından farklı bir anlam yükleyerek, onu bireylerle ve kalkınma olgusuyla ilişkilendirmiş, “insan güvenliğini” ulusal ve küresel düzeyde ilgilendiren konuları sürdürülebilir insani kalkınma anlayışı çerçevesinde ele almıştı. “İnsan güvenliği” açısından öne çıkan yedi alan ise iktisadi güvenlik, gıda güvenliği, sağlık güvenliği, çevre güvenliği, bireysel güvenlik, toplumsal güvenlik ve siyasi güvenlik olarak belirlenmişti. Tüm alanların birbirleriyle bağlantıları ve hatta örtüşen yanları olduğu özellikle dile getirilmiş, bir alanda yaşanacak aksaklıkların diğer alanları da etkileyeceğinin altı kalın çizgilerle çizilmişti.
Tüm bunlar değerlendirildiğinde bugün küresel salgınla mücadelenin “insan güvenliği” ekseninde ele alınmasının işin doğasına uygun olması yanında, bir zorunluluk olarak da değerlendirilmesi gerekliliği ortaya çıkıyor… Zaten küresel salgının başından bu yana alınacak tedbirlerin hastalığın önlenmesi, tedavisi yanında ve hatta ötesinde ekonomik, toplumsal, siyasi ve kültürel boyutları da gözetecek biçimde bütüncül ve kapsayıcı bir yaklaşımla ele alınması gerektiğinden bahsetmiyor muyuz? “İnsan güvenliğinin” tüm boyutları ele alındığında “korkudan özgür” olmak için yapılacaklar listesi belli değil mi?
Hangi konuyu konuşursak konuşalım, dönüp dolaşıp hep yukarıda bahsi geçen yedi alana gelmiyor muyuz? Bugün en çok tartışılan bir diğer konu siber güvenliği örneğin “insan güvenliğinden” ayrı düşünmek mümkün mü? İnsanın güvenliği önünde sonunda aslında yine geleneksel güvenlik konularıyla “içli dışlı” değil mi?
İnsanın güvenliği sağlanmadan ulusal ya da küresel düzlemde sürdürülebilir bir güvenlik oluşturma fikrinin hayata geçirilebilme olasılığı neredeyse imkânsız gibi görünüyor… Küresel salgın bir kez daha mevcut küresel kırılganlıkların, meydan okumaların ve tehditlerin geleneksel güvenlik anlayışı ile ele alınmanın çok ötesine geçtiğini vurguladı… En çok konuşulan ancak hiç gerçekleşmeyecek gibi düşünülen konuları tekrar gündeme almamıza sebep oldu… Yine konuşur, konuşur, salgın etkisini yitirince bir kenara koyar, bir sonraki krize kadar konuyu kapatır mıyız bilinmez… Ama!