Rusya’nın Ukrayna Savaşı sürecinde içinde bulunduğu durum, birçok farklı değerlendirmeye maruz kalıyor. Bunlardan birisi de, biraz iddialı bir değerlendirme olarak, Rusya’nın bu süreçle birlikte dağılma ihtimalinin ortaya çıkması. Foreign Policy’de yayımlanan “It’s Time to Prepare for Russia’s Collapse” (Rusya’nın Çöküşüne Hazırlanmanın Tam Zamanı) başlıklı makalesinde Prof. Alexander J. Motyl, Rusya’nın çökmesi ve dağılması ihtimalinin neredeyse hiç gündeme getirilmediğini ve batının, bu durum için ciddi şekilde hazırlanması gerektiğini dile getiriyor.
Rusya, Ukrayna Savaşı’nın neredeyse bir yılı dolmak üzere ve Rusya, henüz Ukrayna üzerindeki amaçlarına ulaşmış gözükmüyor. Batının, her ne kadar “yeteri kadar” olduğu kabul edilmese de, çok yönlü destekleriyle Ukrayna, Rusya karşısında kolay lokma olmadığını ispatlamış halde. Savaşın Ukrayna açısından değerlendirmelerini bir yana bırakacak olursak, Rusya açısından sonuçları, muhtemelen uluslararası sistem açısından daha büyük önem taşıyor. Alexander J. Motyl, makalesinde Rusya’nın çöküşü -veya bir iç savaşa sürüklenme- ihtimalinden bahsederek bu duruma dair temel etkenler olarak Rusya’nın Ukrayna Savaşı’ndaki ekonomik, askeri ve moral mağlubiyetini, Putin’in liderlik imajının zedelenmesini, Rusya’daki (muhtemelen savaş ekonomisinin de perçinlediği) yolsuzlukları ve etnik ve bölgesel bölünmeleri işaret ediyor. Bununla birlikte Motyl bu dağılma sürecini, temelde savaşın getirdiği bir sonuç olarak değerlendirerek bunu tarihsel olaylara dayandırıyor. Napolyon’un imparatorluğunun başarısız Moskova seferi sonrası dağılması verdiği örneklerden en çok göze çarpanı. Peki Napolyon Fransa’sıyla bugünün Rusya Federasyonu’nun içinde bulunduğu durum ne kadar benzer? Bu durum tartışmaya son derece açık gözüküyor.
Metternich’in deyimiyle “devrimin dirilmiş hali” olarak askeri kariyerinin ardından siyasi kariyerine de başlayan Napolyon, Fransız Devrimi değerlerinin Avrupa’ya yayılmasını sağlayan dalganın en önemli öznelerinden biridir. Napolyon’un Avrupa’da tehdit ettiği, asıl olarak, Avrupa’nın bölünmez ve mutlak bir egemenlik anlayışıyla bir monarklar sistemi kurduğu Vestfalya düzenidir. Napolyon bu tehdidi iki yönlü olmuştur. Bir taraftan devrim değerlerini gittiği yerlere de ihraç ederek multi-etnik yapılara çomak sokmuş, diğer taraftan Avrupa’nın “savaş” ve “diplomasi” gibi temel kurumlarını dönüştürerek alışılmadık bir düzen getirmiştir. Napolyon savaşı, kazananın önünde ucu açık bir alan bırakan bir araç olarak görmüş; zaferleri sonrası yaptığı antlaşmalarda taraf ülkenin monarkının antlaşma safhasına katılmasına gerek duymadığını bile dile getirmiştir. Bu anlamda, savaş ve barışı bu denli dönüştürmesiyle Napolyon, Vestfalyan sistemin tam bir antitezi olarak karşımıza çıkmaktadır. Önce Rusya Seferi’nde başarısız olması ve Avrupa Koalisyon güçlerinin Napolyon’u mağlup etmesiyle “Avrupa Ahengi”, bir “sentez” olarak Avrupa’da göreceli barış sağlayan bir sistem oluşturabilmiştir.
Rusya’nın bugünkü durumu, batılı akademisyenlerce sorgusuz sualsiz “revizyonizm” olarak okunabilmekle birlikte, Rusya’nın da kendi içinde bir söylem oluşturabildiğini es geçmemek gerekir. Motyl’in Rusya’yla karşılaştırma yaptığı Napolyon’un Fransa’sından farklı olarak Putin’in bugünkü Rusya’sı, statükoyu değiştirmeyi değil, korumayı amaçladığını dile getirmektedir. Aradaki en görünen fark budur. Napolyon, Avrupa monarklarının üzerinde anlaşma sağladığı değerlere ve ilkelere doğrudan karşı çıkmış, hanedanları değiştirmiş ve devrim değerlerini arkasına alarak sisteme karşı bir savaş açmıştır. Soğuk Savaş’ın ardından oluşan konsensüs ile birlikte NATO’yla barış içinde yaşayabilen Rusya ise, NATO’nun genişleme emarelerinden son derece rahatsızlık duyduğunu defalarca dile getirmiş ve bu durumu, sisteme ve Rusya’nın güvenliğine yönelik ciddi bir tehdit olarak addetmiştir. Ukrayna Savaşı’nın meşruiyetini her ne kadar bağımsızlığını sadece Rusya’nın tanıdığı “Donetsk” ve “Luhansk” bölgeleriyle yapılan savunma antlaşmalarına dayandırmış olsa da Putin, meşru müdafaa hakkını da sıklıkla dile getirmektedir. Putin’e göre revizyonizmle suçlanması gereken Rusya değil, batıdır. Bu anlayışa göre Rusya, Soğuk Savaş sonrası statükoyu sürdürme üzerine politikalar üretmektedir.
Rusya’nın bu savaş sürecinde dağılma ihtimali –ve beklentisi- esasında çok gerçekçi görünmüyor. Zira Rusya, ilk olarak Ukrayna’da vurgu yapıldığı kadar başarısız değil. Şu anda Ukrayna’nın %20’sine yakın bir alan Rusya’nın kontrolü altında. Savaş sürecinde çok fazla göç veren Ukrayna’da demografinin değiştirilmesi kartı da Rusya’nın eline geçmiş gözüküyor. Bu durum, Rusya’ya uzun vadeli bir getiri sağlayabilir. Diğer taraftan, dışardan farklı gözükse de, savaşla muhatap olan Ukrayna halkının psikolojik dayanma eşiği savaş uzadıkça düşme eğilimi gösterecektir. Bu durum da, Rusya’nın elini güçlendiren başka bir etkendir. Sonuç olarak Rusya, savaştaki nihai hedefini; Kiev yönetimini ele geçiremese de, zamanında ve akıllıca bir manevrayla masaya oturduğu takdirde kazanım sağlayan taraf olacaktır. Bu anlamda Rusya’nın, (Ukrayna’yla olmasa da) üçüncü taraflarla diplomatik ilişkilerini doğru bir şekilde yönetmesi ona manevra alanı sağlayacak en önemli etmen olacaktır.
Sonuç olarak, Napolyon ve Putin’in başarısız ve çok da anlamlı olmayan karşılaştırmasını bir tarafa koyacak olursak, Rusya’nın sert gücünü Ukrayna Savaşı üzerinden kesin olarak değerlendirebilmenin ihtimal dahilinde olmadığı söylenebilir. Ayrıca Rusya’nın dünyanın en büyük nükleer güçlerinden biri olduğunu da unutmamak gerekiyor. Ancak bu noktada şu vurguyu yapmak son derece önemli. Putin yönetiminin Ukrayna Savaşı sürecinde birkaç kez Rusya’nın nükleer gücüne değinmiş olmasının, salt Ukrayna Savaşı kast edilerek yapılmış bir tehdit olduğunu söylemek doğru olmayacaktır. Bu durum, muhtemelen Prof. Motyl’in bahsettiği Rusya Federasyonu içerisindeki cumhuriyetlerin, savaş sırasında yıpranan Rusya’ya karşı bağımsızlık mücadelesine “yönlendirilmesi” ve böylece Rus merkezi yapısının dağılması ihtimaline karşı bir söylem olabilir. Zira Ukrayna Savaşı “güvenlik” konseptli bir çatışmayken, Rusya’nın dağılması ihtimali “egemenlik” konseptinde bir çatışmaya dönüşecek ve bu durumda Moskova, elindeki gücün tamamını, bu hayatta kalma mücadelesinde kullanacaktır.