Yemen’de 2011 yılında başlayan ve devam eden meşruiyet krizi ve buna bağlı olarak gelişen iç savaş Körfez’i büyük bir çıkmazın içine itmiştir. Krizin nedeni mezhepsel çatışma ve mücadele olarak görülse de ardında yatan neden stratejik konumda olan ülkede hakimiyet ve güç rekabetidir.
Yemen, Birinci Dünya Savaşı’nın bitimiyle Osmanlı Devleti’nin bölgeden tasfiyesi sonrasında İmam Yahya liderliğinde Zeydi Mezhebine dayalı bir emirlik, İngiliz hakimiyetine bağlı bir bölge ile Muhammed b. Ali el-İdrisi ve diğer kabile şeyhleri arasında bölünmüştü. Zeydilerin lideri İmam Yahya, Yemen Zeydi emirliğini kurmuştur. Ardından El-İdrisi’nin ölümü sonrasında çıkan karışıklıklardan faydalanarak Hudeyde’yi ele geçirmiştir. Sonrasında Suudi Arabistan ile girdiği mücadele sonucunda imzalanan Taif antlaşmasıyla Yemen’in bugünkü sınırlarını oluşturmuştur. İktidar mücadelesi nedeniyle İmam Yahya’nın öldürülmesinin ardından iktidara gelen İmam Ahmed, ülkeyi daha sert ve otoriter bir diktatörlüğe dönüştürmüştür. İmam Yahya’nın son dönemlerinden itibaren toplumun geniş kesimlerinde rahatsızlıklar görülmüş ve bazı hareketler ortaya çıkmıştır. Fakat bu hareketler başarılı olamamıştır. İmam Ahmed’in ölümünden sonra yönetime geçen oğlu İmam Bedr bir hafta sonra darbeyle devrilmiştir. Darbe ile imamlık ve monarşi yönetimi son bulmuştur ve Cumhuriyet yönetimi başlamıştır. Yemen Arap Cumhuriyeti’ni ilk tanıyanlar Mısır ve Sovyetler Birliği olmuştur. Hemen ardından ekonomik ve askeri alanda yardımlar da yapmışlardır. Suudi Arabistan’ın desteklediği Kralcılar ile Abdülnasır’ın Mısır’ının desteklediği Cumhuriyetçiler arasında güç mücadelesi başlamıştır. Neredeyse sekiz yıl süren mücadele, Suudi Arabistan ve Mısır’ın anlaşmasıyla 1970 yılında çözümlendi. Güney Yemen’de ise kuzeydeki monarşinin yıkılmasının ardından İngiliz işgal bölgesi Aden’i kurtarmak için başlatılan hareket başarılı olmuştur ve Yemen’in güneyinde 30 Kasım 1967’de Yemen Demokratik Halk Cumhuriyeti kurulmuştur. Yeni kurulan Cumhuriyet SSCB ile sıkı bağ kurmuştur. Zaman zaman her iki Yemen arasında çatışmalar meydana gelmiş olsa da 22 Mayıs 1990’da Kuzey Yemen’le Güney Yemen birleşmiştir. Ülkede kısa süreli bir geçiş dönemi yaşanmış ve sonrasında 1992 yılında yapılan seçimlerle Ali Abdullah Salih’in uzun yıllar sürecek yönetimi başlamıştır.
Yemen’de her ne kadar seçimler yapılmış olsa da demokratik bir yapının tesis edilememesi ve Cumhurbaşkanı Salih’in otoriterleşen yönetimi demokrasinin kurumsallaşmasına mâni olmuştur. Bunun yanında Salih’in ABD ve İsrail ile iyi ilişkiler kurması ve ABD’ye çok yakın olması, İran tarafından desteklenen ve devrim ihracı politikası doğrultusunda yönetime karşı kışkırtılan Husilerle çatışmalar yaşamasına neden olmuştur. Bu çatışmalarda ABD ve Suudi Arabistan Salih yönetimini desteklemiştir. Suudi Arabistan’ın bölgede Selefilik’i yayma girişimi de Husilerle arasında çatışmaya neden olmuştur. 2004 yılından itibaren aralıklarla çatışmalar meydana gelmiştir. Katar gibi devletlerin arabuluculuk faaliyetleri sayesinde kısmen ateşkes ve anlaşma sağlanmış olsa da ülkede siyasi bunalım sürmüştür. Siyasi bunalımın yanında kabileler arası mücadele de toplumsal huzursuzluğa neden olmuştur. Ekonomik çöküş, kayırmacılık, yolsuzluk, işsizlik gibi nedenler bu durumu içinden çıkılmaz bir hale gelmesine neden olmuştur. Ülkenin bu iç dinamikleri sebebiyle Arap Baharı olarak ifade edilen sürecin başlaması Yemen’de yeni bir hareket ve isyan dalgası olarak değil, mevcut olan durumun meşruiyet kazanmasında etkili olmuştur.
Yemen’de 2011 yılında gençlerin belli başlı taleplerle sokağa çıkmasıyla gösteriler yeniden başlamıştır. İlk önce Salih bazı reformlar ve iyileştirmeler yapmıştır. Fakat yeterli gelmeyince Arap Baharı sürecinde diğer ülkelerde olduğu gibi Yemen’de de şiddet ve zor kullanma başlamış, olaylar büyümüştür. Böylece çok daha karmaşık ve içinden çıkılmaz bir durum oluşmuştur. Olayların iç savaşa dönüşme riski ve diğer bölge ülkelerine sıçrama tehlikesi karşısında Körfez İşbirliği Konseyi’nin baskısıyla Salih istifa etmiş ve yerini yardımcısı Abdurabbuh Mansur Hadi’ye bırakmıştır. Mansur Hadi’nin Cumhurbaşkanlığına geçmesi de durumu düzeltmeye yetmemiş ve istikrar sağlanamamıştır.
Mansur Hadi muhalefet ve iktidar yanlılarından oluşan karma bir geçici seçim hükümeti kurmuştur. 21 Şubat 2012 cumhurbaşkanlığı seçimlerine tek aday olarak giren Hadi seçimi kazanmıştır. Ama başta Husiler olmak üzere belli başlı gruplar seçimleri boykot etmiş ve seçimleri yaptırmamak için seçim sandıklarına saldırmışlardır. Seçimi kazanan Hadi’nin önünde en büyük sorun yeni anayasa taslağı olmuştur. Anayasa taslağı için oluşturulan Ulusal Diyalog Konferansı’nda(UDK) ülkenin altı parçalı federal yapıya dönüştürülmesi kararı çıkması üzerine Husiler ve ülkenin güney bölgesinden karşı sesler çıkmıştır. Böyle bir federal sistemin adil bir kaynak dağılımına mâni olacağını belirtmişlerdir. Husiler UDK’dan çekildiler ve sivil itaatsizlik adı verilen eylemlerine başladılar. Kısa süre sonra çatışmaya dönüşen süreç yeni bir dönemin kapılarını açmıştır.
Husi Ensarullah hareketi Eylül 2014 yılında başkent Sanaa’nın kontrolünü ele geçirmiştir. Husilerin başkenti ele geçirmesi Cumhurbaşkanı ve hükümetin istifasına neden olmuştur. Ülkede büyük bir siyasi boşluk ve kriz ortaya çıkaran bu durum Husilerin Meclisi feshederek kendi yönetimlerini ilan etmesini ve ülkede hakimiyet alanlarını arttırmasına yol açmıştır. Husilerin güneye doğru ilerleyişiyle güneydeki ayrılıkçılarla çatışmaların yaşanmasına sebep olurken, kuzeydeki Sünnilerin de Husilere karşı direnmesiyle kanlı bir iç savaşın kapısı aralanmıştır. Başkent Sanaa’dan kaçarak Aden’e gelen Mansur Hadi istifa etmediğini açıklayarak Aden’in geçici başkent olduğunu ilan etmiştir. Mansur Hadi’nin Körfez ülkelerinden askeri yardım talebinde bulunması, Suudi Arabistan başta olmak üzere bölge ülkelerinin Yemen’de olası bir Husi iktidarının İran çevrelemesi olarak tanımlaması Suudi Arabistan liderliğindeki koalisyon güçlerinin Yemen’e müdahalesiyle sonuçlanmıştır. Suudi Arabistan savaşın kısa sürede durumun kontrol altına alınacağını açıklamasına rağmen savaşın çok taraflılaşması nedeniyle her geçen gün durum çok daha fazla karmaşıklaşmıştır. Hadi’yi Suudi Arabistan liderliğindeki koalisyon güçleri desteklerken, Husileri de İran desteklemektedir. Savaşın diğer taraflarındaysa ülkede varlık gösteren El-Kaide ile Güneydeki ayrılıkçılar bulunmaktadır. Birleşik Arap Emirlikleri Suudi Arabistan’dan farklı bir politika izleyerek Güney Geçiş Konseyi’ni ve onun ayrılıkçı taleplerini desteklemektedir. Bunun neticesinde Hadi güçleri Güneydeki ayrılıkçılarla da mücadele etmek zorunda kalmaktadır. Her iki taraf arasında gerilimin düşürülmesi için Suudi Arabistan’ın girişimleriyle 5 Kasım 2019’da Riyad Anlaşması imzalandı. Gerilimi düşüreceği umut edilen anlaşma bekleneni verememiş ve gerilimi azaltmamıştır.
Yemen’de siyasi bir çözümün bulunamaması, dış müdahalenin artması, çatışmaların artarak devam etmesi sonucu bölgedeki istikrarın olumsuz etkilenmesinin yanı sıra bölgedeki ülkelerin özellikle Suudi Arabistan’ın güvenliğini, enerji arzını tehlikeye atmaktadır. Husilerin Suudi Arabistan’a füzelerle ve insansız hava araçlarıyla saldırması Suudi Arabistan’ın güvenliğini tehdit etmeyi sürdürmektedir. Aynı zamanda Suudi Aramco saldırısı Suudi Arabistan’ın günlük petrol gelirinin önemli bir kısmını kaybetmesine neden olmuştur. Bunun yanı sıra enerji ve ticaret yollarının güvenliğinin sağlanamaması bölgesel krizi küresel ölçekte soruna dönüştürmüştür. petrol başta olmak üzere önemli ticaret güzergahı olan Kızıldeniz, Babülmendep Boğazı, Sokotra Adası, Aden Körfezi gibi stratejik bölgelerin geleceği belirsiz ve güvenliği risk altındadır. Dış Müdahale ve siyasi kaos dünyanın en acı insani krizlerinden birinin yaşanmasına neden olmaktadır. Savaş ve ablukalar ülkede milyonlarca insanı yardıma muhtaç hale getirmiştir. Ülkenin sağlık ve eğitim başta olmak üzere her türlü altyapısı çökmüş durumdadır. Milyonlarca insan açlıkla mücadele etmektedir. Covid-19 virüsünün ülkede yayılmasıyla mücadele, çöken sağlık altyapısıyla mümkün gözükmemektedir.
Bölgenin birçok ülkesine yayılan Tahran-Riyad çekişmesi en açık mücadelesini Yemen’de göstermektedir. Birleşik Arap Emirlikleri’nin ise güneydeki ayrılıkçı güçler üzerinden bölgenin stratejik özelliklerine sahip olma girişimi Suudi Arabistan ile politika farklılığını ve rekabetini ortaya koymaktadır. Bölgesel güç ve hakimiyet rekabeti, Yemen’de istikrarsızlığı her geçen gün arttırırken bölgesel güvenliği ve istikrarı sağlamayı da zorlaştırmaktadır.