21. yüzyıl, küresel güç dengelerinin yeniden şekillendiği bir dönem olarak tarihe geçerken ABD-Çin ilişkileri, bu yüzyılın en önemli jeopolitik ve ekonomik rekabetlerinden birini yansıtmaktadır. ABD’nin II. Dünya Savaşı’ndan bu yana sürdürdüğü hegemonik üstünlük, son yıllarda çeşitli ekonomik, siyasi ve askeri faktörlerin etkisiyle sarsılmıştır. Buna karşın Çin ise, ekonomik büyümesi, teknolojik ilerlemesi ve küresel ticaretteki artan etkisiyle uluslararası sistemde giderek daha belirleyici bir aktör haline gelmektedir. Bu durum, iki güç arasında stratejik rekabeti kaçınılmaz hale getirmiştir.
Donald Trump’ın ilk başkanlık döneminde ABD-Çin ilişkileri sert bir çekişmeye sahne olmuş, ticaret savaşları ve dış ticarette korumacı politikalar küresel siyaseti şekillendiren olgular olarak yer almıştır. Bununla birlikte, ABD ve Çin arasındaki rekabet yalnızca ekonomi ve teknoloji alanıyla sınırlı kalmamakta, kritik hammaddeler ve madencilik sektörü de bu mücadelenin yeni ve önemli bir boyutunu oluşturmaktadır. Günümüzün en değerli kaynaklarından biri haline gelen nadir toprak elementleri ve diğer kritik mineraller, gelişmiş teknolojilerin üretiminde hayati bir rol oynamaktadır. Bu mineraller, yarı iletkenlerden bataryalara, yenilenebilir enerji teknolojilerinden savunma sanayiine kadar birçok stratejik sektörde kullanılmaktadır. Çin’in ekonomik büyümesini destekleyen en kritik unsurlardan biri de ham madde tedariki ve özellikle nadir toprak elementleri üzerindeki hâkimiyeti olmuştur. ABD, özellikle çip üretimi ve savunma sanayii için vazgeçilmez olan bu minerallerin tedarikinde Çin’e bağımlı olmanın stratejik bir zaafiyet oluşturduğunu fark etmiş, Çin’in bu kritik hammaddeler üzerindeki tekelleşmesini kırmak amacıyla madencilik alanında alternatif kaynaklar aramaya yönelmiştir. Bu doğrultuda, Ukrayna ve Demokratik Kongo Cumhuriyeti (DRC) gibi ülkeler nadir toprak elementleri tedarikinde potansiyel ortaklar olarak öne çıkmış ve bu kaynaklardan faydalanma girişimleri gündeme gelmiştir.
Bu küresel rekabet ortamında, Türkiye de önemli bir konumda bulunmaktadır. Zengin maden kaynakları ve stratejik önemi nedeniyle küresel madencilik yarışında etkili bir aktör olma potansiyeline sahiptir. Türkiye’nin mevcut madencilik politikaları ve gelecekteki stratejik hamleleri, bu büyük güç mücadelesinde ülkenin nasıl bir rol oynayacağını belirleyecektir. Bu makale, ABD ve Çin arasındaki rekabeti özellikle ticaret savaşları bağlamında incelemeyi, gelecekte önemli bir gündem oluşturacak nadir toprak elementlerinin stratejik önemini ve Türkiye’nin tüm bu süreç içindeki yerini analiz etmeyi amaçlamaktadır.
Trump Dönemlerinde ABD-Çin Ticaret Savaşları
ABD-Çin ilişkileri, Soğuk Savaş sonrası dönemde ekonomik iş birliği ve karşılıklı bağımlılıkla şekillenmiş olsa da özellikle 21. yüzyılın başlarından itibaren rekabet boyutu giderek ön plana çıkmaya başlamıştır. Çin’in hızlı ekonomik büyümesi, küresel tedarik zincirlerindeki merkezi konumu ve teknoloji alanındaki yükselişi, ABD tarafından stratejik bir tehdit olarak algılanmıştır.
Donald Trump’ın 2017’de ABD Başkanlığı’na gelmesiyle birlikte, aynı yıl yayınlanan ABD Ulusal Güvenlik Stratejisi (NSS) belgesinde “büyük güç rekabetinin geri döndüğü” vurgulanmış ve bu belge Çin’in hegemonik rekabette açıkça bir rakip ve tehdit olarak tanımlandığı ilk resmî belge olmuştur. Trump, ABD’nin Çin ile olan büyük ticaret açığını sıkça eleştirmiş ve Çin’i “adil olmayan ticaret uygulamaları” ile suçlamıştır.
…