Amerika Birleşik Devletleri ile Çin Halk Cumhuriyeti, ekonomiden savunmaya, yapay zekadan uzay teknolojilerine kadar neredeyse tüm alanlarda bir rekabet içindedir. Bu çok boyutlu rekabetin en yeni ve dikkat çekici alanlarından biri, giderek stratejik önem kazanan kuantum teknolojileridir. Sistemik rekabetin yeni bir boyutu olarak öne çıkan kuantum teknolojileri bu iki güç arasındaki çok katmanlı rekabete bir katman daha eklemektedir.
Kuantum teknolojileri, kuantum mekaniğinin temel ilkelerinden yararlanarak klasik teknolojilerin sınırlarını aşmayı amaçlayan yüksek teknoloji alanlarıdır. Bu teknolojiler, temel olarak kuantum hesaplama, kuantum iletişim ve kuantum algılama olmak üzere üç ana başlık altında toplanmaktadır.
Kuantum teknolojilerinin çift kullanımlı yapısı, onlara hem sivil hem de askeri uygulamalarda kullanılabilir nitelik sağladığından, kuantum üstünlüğünü elde eden bir devlet, yalnızca bilimsel ya da teknolojik bir avantaj sağlamakla kalmayacak; savunma, kriptografi, istihbarat ve siber güvenlik gibi alanlarda da bir üstünlük elde edecektir. Böyle bir teknolojik atılımın hegemonya kurma kapasitesi açısından da devletlere bir avantaj sağlaması olasıdır. Dolayısıyla, teknolojik üstünlüğün gelecekteki küresel düzenin şekillenmesine kapı açacağını söylemek mümkün gözükmektedir.
Tüm bu sebepler, kuantum teknolojilerini yalnızca ikili rekabetin değil, aynı zamanda küresel gündemin de merkezine yerleştirmiş durumdadır. Öyle ki, Birleşmiş Milletler’in 2025 yılını “Uluslararası Kuantum Bilimi ve Teknolojisi Yılı” ilan etmesi, bu alanın stratejik öneminin geldiği noktayı açık biçimde göstermektedir. Ancak, kuantum teknolojilerinin geliştirilmesi son derece maliyetli altyapılar, ileri düzey uzmanlık ve uzun vadeli Ar-Ge yatırımları gerektirdiğinden, bu alan sınırlı sayıda aktörün etkinlik gösterebildiği yüksek eşikli bir rekabet bölgesidir. Bu koşullar da hem finansal kaynak hem de bilimsel kapasite açısından ciddi yatırımlar yapan Amerika Birleşik Devletleri ve Çin Halk Cumhuriyeti’ni kuantum rekabetinin öncü aktörleri olarak öne çıkarmaktadır.
Quantum 3.0 Nedir?
Birinci kuantum devrimi atom bombasının icadıyla II. Dünya Savaşı’nı sona erdirmiş, Soğuk Savaş dönemini başlatmış ve iki kutuplu bir düzenin kurulmasına yol açmıştır. İkinci kuantum devrimi ise yarı iletkenler, lazerler, fiber optikler, GPS ve bilgisayarlar aracılığıyla bireyleri ve kurumları küresel ölçekte birbirine bağlayarak yeni bir dijital toplum yapısının ve küreselleşmenin altyapısını oluşturmuştur. Günümüzde şekillenmekte olan ve henüz devrim olarak adlandırılmak için çok erken olan “Kuantum 3.0” süreci, yalnızca bilimsel ilerlemenin bir devamı değil; aynı zamanda yeni bir stratejik, ekonomik ve jeopolitik dönüşümün habercisi olarak öne çıkmaktadır.
Quantum 3.0 süreci; kuantum hesaplama (quantum computing), kuantum iletişim (quantum communications) ve kuantum algılama (quantum sensing) olmak üzere üç temel alan etrafında şekillenmektedir. Klasik bilgisayarlar, bilgiyi sıfır ya da birlerle kodlar ve bu sıfır ya da birin her biri “bit” olarak adlandırılır. Ancak bilgiyi bu şekilde kodlamak, bilgisayarların işleyebileceği sıfır ve bir sayısını sınırladığı için hesaplama gücüne belli sınırlar getirir. Öte yandan kuantum bilgisayarlar aynı anda hem 0 hem de 1 olabilme özelliği taşıyan qubitleri kullanırlar. Qubitler bu davranışları süperpozisyon ve dolanıklılık adı verilen iki temel fizik kuralı üzerinden yaparlar. Süperpozisyon bir parçacığın aynı anda birden fazla durumda bulunabilmesi, yani hem 0 hem de 1 olabilmesi, anlamına gelir. Dolanıklılık ise iki parçacığın birbirinden çok uzak mesafede olsalar bile birbirine bağlı kalabilmeleri ve bir parçacığın durumu değiştiğinde dolanık olduğu diğer parçacığın da durumunun etkilendiği anlamına gelir. Bu iki ilke kuantum teknolojlerinin temelini oluşturur.
…