15 Ağustos 2025’te Anchorage, Alaska’da ABD Başkanı Donald Trump ile Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in gerçekleştireceği yüz yüze zirve, Avrupa için diplomatik bir kazanım mı yoksa bir fiyasko mu?
Zirvenin Arka Planı ve İçeriği
Zirve, 15 Ağustos’ta Joint Base Elmendorf-Richardson’da yapılacak; bu, ABD ve Rusya liderlerinin ilk kez ABD topraklarında bir araya geleceği zirve olarak önem taşıyor. Söz konusu görüşmenin ana gündemi, Rusya-Ukrayna savaşı için olası bir ateşkes ve barış anlaşmasıdır.
Ancak zirvenin formatı da tartışmalı: Trump ve Putin’in yalnızca tercümanlarla başlayacak yüz yüze görüşme sonrası geniş delegasyonla devam edecek bir oturum ve ardından basın toplantısı yer alıyor. Bu atmosfer, Avrupa’da geçmişteki gizli ve sembolik zirveleri (örneğin Helsinki 2018) hatırlatıyor ve hem Avrupalılar hem Amerikalılar için endişe doğuruyor.
Avrupa’nın Güvenlik Politikası ve ABD ile İlişkiler
Avrupa savunma politikası, Rus tehdidine karşı kolektif savunma mekanizmasını güçlendirmeyi hedefliyor. Ancak, bu zirve öncesinde Avrupa’nın kendi içinde daha birleşik bir güvenlik yaklaşımı geliştirmekte yetersiz kalması eleştiriliyor. Hatta, bu durum II. Dünya Savaşı öncesindeki edilgel politikalara benzetilerek “pasifliğin bedeli” vurgulanıyor. Ayrıca, zirvenin gerçekleşmesi, Avrupa’da ‘güvenlik garantilerini’ yeniden tarif etme ihtiyacını acil kıldı; özellikle Ukrayna için kolektif savunmanın nasıl şekilleneceğine odaklanılıyor.
Avrupa, ABD ile geleneksel yakın ittifakını sürdürmek istiyor. Ancak Trump’ın bu zirveyle “uluslararası güvenlik mimarisini yeniden şekillendirme” arayışına girdiği tartışılıyor. Zirve, ABD-Rusya arasında doğrudan bir diplomatik koridor açarken, Avrupa’yı müzakerenin dışında bırakma riski taşıyor. Ayrıca Trump’ın Ukrayna’ya toprakları üzerinde küçülme ve takası önerdiğine dair söylemler, Avrupalı liderlerde kaygıya yol açıyor.
Avrupa’nın rolü, zirve öncesinde özellikle zaten yapılacak olanlarla sınırlı kaldı: bazı liderler Trump’a görüşmeyi Ukrayna ve Avrupa ile diyalog içinde örgütlemesi çağrısı yaptı. Örneğin, Macron, Trump’ın ateşkes hedeflediğini överken diğer yandan toplantının yerinden konuşulacak konulara kadar Avrupa’nın endişe, eleştiri ve fikri pozisyonunu akıllıca belirginleştirdi. Ayrıca, Keir Starmer, Zelenskiy ile görüşerek Avrupa’nın “güvenlik garantileri” teklifinin ABD tarafından da benimsenebileceğini duyurdu.
Avrupa liderleri hızla tepki verdi; AB Dışişleri, video konferanslar ve acil iletişim kanalları kurdu. Ancak Avrupa’nın zirvede etkili olabilmesi için hala kriz yönetiminden stratejik ortaklığa geçmesi gerekiyor. “Alaska 2025, 1938 Münih’ine ya da 1945 Yalta’sına dönüştürülmemeli” uyarısı, özellikle Avrupa’daki toplum örgütleri ve düşünce kuruluşları tarafından açık bir mesaj olarak yayıldı.
Rusya ile İlişkiler: Jest Ama Güvenilir Mi?
Rusya Dışişleri’nden gelen açıklamalar, zirvenin “ulusal çıkarlar doğrultusunda gerçekleştirileceğini” belirtiyor. Kremlin, zirvenin sembolik öneminin yanı sıra ABD ile diplomasi kapısını yeniden açmayı umut ediyor. Ayrıca Putin’in, ABD yönetiminin Ukrayna’da savaşı sonlandırma çabalarını “samimi” olarak değerlendirdiği yönünde yorumlar var.
Ancak Putin’in yalnızca zaman kazanmaya ve mevcut kazanımlarını pekiştirmeye çalıştığı görüşü de oldukça kuvvetli; gerçek bir barış niyeti taşımadığına dair güçlü kuşkular bulunuyor. Yani bu zirve, Rusya’nın “diyalog maskesi altında uluslararası izolasyondan çıkış adımı” olma potansiyeli de taşıyor.
Sonuç: Avrupa’nın Kendi Jeopolitik Ağırlığını İnşa Etme Zamanı
Alaska’da gerçekleşecek Trump–Putin buluşması, Avrupa’nın uzun süredir ertelenen bir gerçekle yüzleşmesini hızlandırıyor: Kıta, güvenliğini başkalarının diplomatik iradesine emanet etmeye devam ederse, kendi kaderini belirleme yeteneğini giderek yitirecek. Bu zirve, yalnızca ABD ile Rusya arasında bir güç gösterisi değil; aynı zamanda Avrupa’nın küresel sistemdeki yerini test eden bir ayna işlevi görüyor.
ABD’nin siyasi öncelikleri dalgalanırken, Rusya’nın stratejik sabrı ve nüfuz politikası istikrarlı bir şekilde sürüyor. Bu tablo karşısında Avrupa, üç temel stratejik sınavdan geçiyor: askeri kapasiteyi artırma cesareti, diplomatik alanda ortak bir ses oluşturma yeteneği ve krizleri fırsata çevirecek siyasi liderlik. Eğer Alaska’daki masa yalnızca iki liderin pazarlık alanına dönüşürse, Ukrayna ve Avrupa güvenliği bu pazarlığın yan ürünleri olmaktan öteye geçemeyecek.
Dolayısıyla Avrupa’nın önünde yalnızca iki seçenek var: Ya müzakere masasında eksik sandalye olmaya razı olacak, ya da güvenlik ve dış politika mimarisini kendi eliyle kurarak sahneye tam ağırlığıyla çıkacak. Bu ikinci yol, kısa vadede diplomatik gerilimler ve maliyetler getirebilir; ancak uzun vadede Avrupa’yı edilgen bir izleyiciden aktif bir güç merkezine dönüştürebilir.
Alaska zirvesi, Avrupa için nihai bir sınav değil; fakat stratejik reflekslerini test eden kritik bir eşik. Burada verilecek tepki, önümüzdeki on yıl boyunca Avrupa’nın yalnızca jeopolitik değil, aynı zamanda tarihsel rolünü de tanımlayacak.