Amerika Birleşik Devletleri’nin (ABD) nevi şahsına münhasır 45. Başkanı Donald Trump, kasım ayında yapılacak başkanlık seçimlerinde Cumhuriyetçilerin adayı olarak yeniden oy pusulasındaki yerini almış durumdadır. Böylelikle milyonlarca Amerikan seçmeni de 1956 yılından sonra ilk kez bir başkanlık seçiminde rövanşa tanıklık edecektir. 2020 seçimlerinin nihai sonucuna ulaşılmasının ne derece uzun ve dramatik bir süreç sonunda gerçekleştiği hepimizin malumudur. 6 Ocak olayları, Donald Trump’ın dava süreçleri, 2022 ara seçimleri, Doğu Avrupa ve Orta Doğu’da yaşananları göz önünde bulundurduğumuzda bu seçimlerin teşkil ettiği önemi anlamak oldukça elzemdir.
Dış politikanın, bir münazara alanı şeklinde, Amerikan başkanlık seçimlerinde kampanyaların başlıca odak noktalarından biri olarak karşımıza çıkması sık rastlanan bir durum değildir. Nihayetinde ekonomi, düzensiz göç ve bilumum ihtilaflı sosyal başlık bulunurken dış politika, Amerikan seçmeninin oy verme davranışında kısıtlı bir etki alanına sahiptir. Ancak bu durum 2024 yılında önemli bir dönüşümle karşı karşıyadır. İki yılını geride bıraktığımız Rusya-Ukrayna Savaşı’nın ve altı ayını geride bıraktığımız İsrail-Filistin Savaşı’nın Avrupa kıtasına getirdiği güvenlik tehdidi, ABD’nin savaşa ayırdığı yüklü mali destek ve önümüzdeki sürecin belirsizliği bu dönüşümün başlıca sebebidir. Neticede savaş, Amerikan siyasetinde günden güne artan partiler arası kutuplaşma alanlarından biri olarak nasibine düşen payı almaktadır. Artık, İsrail için olmasa da Ukrayna için yapılacak yardımların hem niteliği hem de niceliği Kongrede ciddi bir şekilde tartışma konusu olmaktadır. Seçimlere yaklaşıldıkça Cumhuriyetçi Kongre üyeleri yardımların -karşılıksız- doğasını sorgulamakta, eleştirmekte ve nihayetinde engellemektedir. Hal böyle olunca 2024 seçimlerinden çıkacak sonuç, Amerikan halkının olduğu kadar Avrupa’nın da başlıca gündem konusu haline gelmiş durumdadır.
Donald Trump, hiç şüphesiz yaptığı açıklamalar ve oluşturduğu hitabet tarzıyla bahsi geçen tüm bu ihtilaflı süreçten bağımsız düşünemeyeceğimiz bir siyasi aktördür. Pek de uzak olmayan bir tarihte, Rusya’yı, savunma katkı paylarını ödemeyen NATO üye ülkelerine “ne istiyorlarsa onu yapmaya” teşvik edeceğini söylemesi, yaşlı kıtada en hafif tabirle ciddi bir infiale sebep olmuştur. Amerikan siyasetinde infiratçılık düşüncesinin halen güçlü bir karşılık bulduğunu gösteren bu sözler, NATO ve üye ülkeleri için durumun hafife alınamayacak bir seviyeye geldiğini göstermiştir. Seçimin ufukta belirdiği şu günlerde, olası bir ikinci Donald Trump döneminin ve bir iç politika aracı olarak kullandığı infiratçı söylemin, NATO için olası etkilerini dikkatle incelemek fevkalade önem kazanmıştır.
…