Çin- ABD gerilimi her geçen gün farklı bir olayla dünya gündeminde yerini alıyor. Yakın zamanda ise ‘casus balon’ krizi ile iki ülke arasındaki gerilim tekrardan hatırlandı. Çin’e ait olduğu kesin olarak kanıtlanan casus balonu ABD’nin askeri tesislerinin yakınlarında ABD güçleri tarafından yakalandı. Mevcut gerilimlerin arka planında ise Trump döneminde başlayan Ticaret Savaşları, Çin’in artan ekonomik ve siyasi gücü, Tayvan krizi ve ABD’nin Tayvan’a olan ılımlı tutumu yatmaktadır. Özellikle Çin’in küresel pazarda ABD’ye rakip olması ve bu rekabetin Çin tarafından kazanılmasının öngörülmesinin uluslararası sistemde büyük bir değişime yol açacağı düşüncesi tüm dünyayı etkileyen bir olgudur. ABD’nin 20.yüzyılın ortalarından itibaren uluslararası sisteme yön veren mevcut ekonomik ve siyasal konumuna yakın gelecekte neler olacağı, Çin’in yükselişinin sonuçları ve diğer yükselen güçlerin yeni konumları uluslararası gündemde merak edilen konuların başında geliyor.
‘Yükselen Çin’ diye adlandırdığımız dönem ise küçük bir tarihsel arka plana sahip. Çin Halk Cumhuriyeti 1949’da Mao Zedong’un iktidara gelmesiyle dünya siyasetinde yeni bir döneme kapılarını açtı. Başlangıçta sistemli ekonomik hareketlerle ilerleyen bu dönem Mao’nun ölümünün ardından bir Kültür Devrimi yaşadı ve ekonomide büyük reformlara ev sahipliği yaptı. 1970’li yıllarla beraber artık Çin Halk Cumhuriyeti’nin nüfus ve coğrafi büyüklüğü ekonomik ve siyasal hayatına da yansımaya başladı ve Çin dünyanın en hızlı büyüyen ekonomik devlerinden biri haline geldi. Bu ekonomik büyüme hızla liberalleşmeyi de beraberinde getirdi ve Çin küresel pazarda adını sıklıkla duyurmaya başladı. 2012 yılında Çin Halk Cumhuriyeti Xi Jinping’in yönetimine geçti. Jinping, Mao’dan sonraki en güçlü liderlerden biri oldu ve Çin’in alışılagelmiş ‘sessizce ve içedönük büyüme’ politikalarının dışına çıkarak gücünü dünyaya duyurmaktan geri kalmadı.
2013 yılında gerçekleşen Jinping ve ABD Başkanı Obama görüşmesinin ardından, ‘yeni bir ilişki modeli ve eşitler arası iletişim’ gibi temalar Çin basınında yayılmaya başladı. Bu temalarla beraber; Çin Halk Cumhuriyeti, kendisini sistemin başat ve hegemonik gücü ABD’ye eşit gördüğünü ilk defa ilan etmiş oldu. Jinping bu dönemden sonra kendisini sadece büyük güç olarak ilan etmekle kalmadı, askeri ve siyasi alanlarda da Çin’in geçmiş dönemlerden farklı ilerleyeceğini uluslararası sistemde kendini hissettireceğini vurguladı. Çin, 2000’li yılların başında donanımsız ve teknolojik olarak geri planda kalmış bir orduya sahipti. Jinping dönemi ile savunma alanında ordu başta olmak üzere iyileştirmeler ‘orduda modernizasyon’ adıyla resmi olarak hayata geçirildi. Özellikle deniz savunmasında başlayan bu iyileştirme, günümüzde dünyanın en büyük donanmasına sahip olmakla devam ediyor. Jinping tarafından, modernizasyon sürecinin 2035 yılında tamamlanacağı ve 2050’lere gelindiğinde dünya çapında donanımlı bir orduya sahip olunacağı da ayrıca ilan edildi.
Coğrafi olarak da ülke sınırları konusunda imparatorluk zamanlarını sık sık dile getiren Çin, yakın çevresinin kendisine ait olduğunu ve Asya’da söz hakkına sahip devlet olarak kendisini uygun gördüğünü ifade etti. Çin hükümeti; ‘tek Çin’ politikası olarak adlandırılan ve başta Tayvan olmak üzere sorunlu bölgelerin Çin’in ulusal toprakları olduğunu ve bu topraklarda başka bir siyasi gücün varlığının kabul edilmeyeceğini açıkça söyleyerek; artan savunma gücü ve modernize edilmiş ordunun varlığı ile her geçen yıl kendini göstermeye başladı. 2016 yılında Çin’in Güney Çin Denizi’nde güvenliği arttırma çalışmaları gündeme düştü. Son dönemlerde Çin’in özellikle Tayvan ve ABD’ye yönelik deniz sahası ve hava sahası ihlali iddiaları basında sık sık yer edindi. 2016 yılında ABD ve Çin deniz devriye uçakları uluslararası hava sahasında karşı karşıya geldi. 2018 yılında yine ABD ve Çin’in donanmaları Spratly Adaları yakınlarında karşı karşıya geldi. 2019 yılında Çin, yeni hava savunma bölgesini ilan etti; ABD ve Tayvan bu yeni sahaya karşı çıktığını belirtti. 2021 yılında Çin sık sık Tayvan hava sahasını ihlal etti ve bu ihlallerin Tayvan sınırı yakınlarındaki tatbikatlardan kaynaklandığını açıkladı ve bu tatbikatların rutin bir şekilde devam edeceğini açıkladı. İhlaller ise, Tayvan’ın ABD desteği alması ve kendini bağımsız bir devlet olarak kabul ettirmeye çalışması gibi sebeplerden kaynaklanmaktadır. Tayvan’a yönelik bu askeri saldırganlıklar aynı zamanda Çin’in küresel silahlanma yarışının içinde olduğunun da tespitiydi. Çin özellikle 2020 yılından sonraki dönemle mevcut silah kapasitesini, nükleer gücünü ve denizaşırı askeri üslerini iki katına çıkarmaya başladı. 2022 yılında ABD Temsilciler Meclisi Başkanı Pelosi’nin Tayvan ziyareti ile iki ülke arasındaki gerilim ve siyasal güç savaşı bir kez daha körüklendi.
Son olarak ise, 2023’ün şubat ayında ABD hava sahası içerisinde bir ‘casus balon’ düşürüldü. Düşürülen balonun konumu ve kullanım sebebinin casusluk faaliyetleri olması iki büyük güç arasındaki rekabeti yeniden gündeme taşıdı. ABD hükümeti bu ihlal karşısında kendi güvenliklerini ön planda tutacaklarını söyleyerek ekonomik yaptırım yöntemlerini kullanarak cevap verdi. Çin hükümeti ise ABD’yi aşırı tepki vermekle itham ederek kınadı. İki ülke arasındaki gerilimler şu anlık hava veya deniz sahası ihlalleri, Çin’in Tayvan’a artan baskısı ve ekonomik yaptırımlar olarak devam etmekte. ABD özellikle ekonomik yaptırımlar kanalları ile Çin’i çevrelemeye ve dengede tutmaya çalışmakta. Ancak Çin’in küresel pazardaki gücü, devletleri Çin lehine bağımlı hale getirirken ABD ekonomisine ise zarar vermektedir. Her ne kadar Çin barışçıl bir yükseliş sergilediğini ve hegemonik bir güç olmayı planlamadığını söylese de Stockholm Uluslararası Barış Araştırmaları Enstitüsü; Çin’in son yıllarda savaş başlığı sayısını arttırdığını söyleyerek bunun barışçıl bir yükseliş olmadığını gözler önüne sermektedir. Aynı zamanda Çin’in en çok silah ihraç eden ülkelerden biri olması ve Çin ordusunun ‘savaşmaya ve savaşı kazanmaya hazır hale getirilmesine’ yönelik çalışmaları, yakın gelecekte olası bir çatışmada Çin hükümetinin güç kullanmaktan çekinmeyeceğini kanıtlar nitelikte. Tüm bu gelişmeler ışığında şunu söyleyebiliriz ki, Çin’in yükselişi sık sık vurgulandığı gibi barışçıl bir yükseliş değil, en azından son yıllardaki Çin’in tavırları bunu destekler nitelikte. Mevcut gücünün artması ile Çin, sistem içinde büyük güç olarak konumunu, itibarını ve müttefiklerini korumak zorunda kalabilir. Bu zorunluluk da Çin’i daha saldırgan ve sert gücü ile öne çıkan bir ülke konumuna sokabilir. Çünkü tarih boyunca büyük güçlerin çoğu hem kendileri hem de müttefikleri için elini taşın altına sokmuştur.