Arktik, uluslararası politikada yeni bir jeopolitik mücadele alanı olarak ortaya çıkıyor. Avrupa, Rusya, ABD gibi tüm bölgesel ve küresel büyük güçler, kendi topraklarındaki çıkarlar nedeniyle doğrudan bu mücadelenin içindedirler. Çin, politikaları ve stratejik girişimleriyle doğrudan bu alanın içine girmektedir. Konumu nispeten çok stratejik olmasına rağmen, kalıcı karlar nedeniyle navigasyonu zordur ve ekonomik açıdan maliyetlidir. Birçok önde gelen uzman, Arktik’in büyük güçler arasında stratejik alanın paylaşımı için olduğu kadar doğal kaynakları ve Kuzey Deniz Rotası için de geleceğin politik bir alanı olduğunu iddia etmektedir.
Arktik Dairesi, ekvatorun kuzeyinde 66.5°N’de başlar. Arktik Dairesi’nde toprak sahibi sekiz ülke vardır: Kanada, Finlandiya, Danimarka, İzlanda, Norveç, Rusya Federasyonu, İsveç ve Amerika Birleşik Devletleri.
Genel olarak Deniz Hukuku, Arktik’e de uygulanmıştır ancak bu hukukun Arktik’te tarihsel olarak uygulanmamış ve ABD ve diğer bazı ülkelerin bu hukuku onaylamamış olması birçok anlaşmazlığa neden olmuştur. Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesi (UNCLOS), Arktik Okyanusu da dahil olmak üzere okyanuslar için uluslararası hukuki rejimi oluşturur (U.N,n,d). ABD dahil olmak üzere her Arktik ülkesi, 200 millik özel ekonomik bölge belirleme hakkına sahiptir. Belirlenen kuralın ötesinde talepte bulunulduğunda, ABD dezavantajlıdır çünkü ülkelerin daha fazla hak talep etmek için mekanizmalar sağlayan Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesi’ne taraf değildir (UNCLOSdebate.org. n.d.). Kanada, Rusya ve Danimarka (Grönland adına) bu mekanizmalardan birine başvurmuştur. Denizle ilgili anlaşmazlıklar her zaman var olmuştur ancak savaş ve diplomasi yoluyla çözülmüştür. Karasuların resmi bir kavramı veya sınırlama kavramı olmamakla birlikte egemen toprak denizi fikri II. Dünya Savaşı sonrası veya sömürge sonrası senaryoda ortaya çıkmıştır, çünkü birçok bağımsız ve egemen ulus kurulmuştur.
Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesi
Çok sayıda yeni devletin ortaya çıkmasıyla birlikte, bir dizi karmaşık toprak talebi ağı açılmış, sahil suları ve bitişik denizlerde artan kirliliğe ve değerli balık stoklarında rekabete sebep olmuştur. Bu artan talep dalgası, kıyı ülkelerinin hakları ile uzak su balıkçılarının hakları arasındaki gerilimi artırmıştır. Ayrıca, okyanus tabanındaki bolluk potansiyeli, yoğun dikkat çekmiş ve durumu daha da kötüleştirmiştir. Denizcilik güçlerinin genişleyen varlığı ve uzun mesafeli seyir zorlukları, bu sorunları daha da karmaşık hale getirmektedir. Bu gelişmeler arasında, denizlerin özgürlüğüne ilişkin geleneksel kavramın artık eskidiği ve temel çatışmalarla dolu olduğu görülmektedir. Bu faktörlerin kümülatif etkisi, okyanusları çatışma ve istikrarsızlıkla karakterize edilen başka bir alan haline dönüştürme tehdidi oluşturmaktadır. Bu yükselen çatışmaları ve sorunları hafifletmek için 1949’da Uluslararası Hukuk Komisyonu, hem kıyı sularını hem de yüksek denizleri yöneten rejimi kodifikasyona odaklanma kararı almıştır. Geniş kapsamlı tartışmalar, çeşitli paydaşlar ve uzmanlarla yapılan istişarelerin ardından, Komisyon 1956’da kıyı denizi raporunu tamamlamıştır (International Law Commission, n.d).
…